Başta çölyak olmak üzere bazı bağırsak hastalıklarının buğdaydaki glüten proteininden ziyade, tahıl üretiminde bolca kullanılan glifosattan kaynaklanabileceğine dair görüşler var
Sofralarımıza kadar ulaşan tarım zehirleriyle ilgili yazdığım yazılara sizlerden çok sayıda katkı ve yorum geldi. Bazı okurlar, pestisit maruziyetinin kansere neden olduğunu hatırlatıyor ve bunların yasaklanması gerektiğini belirtiyor. Elbette kanserojen etkileri, kesinleşen kimyasallar zaman içinde yasaklanıyor. Bugüne kadar 188 tarım zehrinin kullanımı, insan ve çevre sağlığına yönelik zararları kesinleştiği için hem Avrupa’da hem de ülkemizde sonlandırıldı. Ancak kısıtlama ve yasağa karşı, bazılarının tarlalarda hâlâ kullanıldığını da görüyoruz.
Tabii diğer yandan, o yasak kararları gelene kadar, zehirlenenler için iş işten geçmiş oluyor. Ayrıca çevreye saçılan o kimyasalların on yıllarca parçalanmadan suda ve toprakta kalabildiği de unutulmamalı! Zaten yer altı ve yer üstü sularımız bu nedenle yasaklı zehirlerle dolu. Maalesef pestisitler “Pandoranın kutusu” gibi. Bir kez saçıldı mı, geriye dönüşü çok güç.
İşte bu nedenle Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, bir süredir pestisitlerin yasaklanması için etkin bir mücadele yürütüyor. Yetkili makamlarla kurulan temaslar ve düzenlenen imza kampanyaları sonrasında, bugüne kadar 25 tarım zehri yasak kapsamına alındı. Yasaklanan maddeler arasında hem insana hem de doğaya âdeta ölüm saçan kimyasallar var. Tabii buna rağmen soframız zehirden arınmış değil. Dünya Sağlık Örgütü tarafından “muhtemel kanserojen” olarak tanımlanan 9 etken madde, hâlâ tarlalarda kullanılıyor. 200 bin imzaya ulaşılması hedeflenen kampanyanın öncelikli hedefi de bu 9 etken maddenin (ethoprophos, beta-cyfluthrin, zeta-cypermethrin, fenamiphos, formetanate X formetanate hydrochloride, tefluthrin, zinc phosphide, glyphosate, malathion) acilen yasaklanması.
O listede yer alan ot öldürücü glifosat (glyphosate) zaten kamuoyunda bir süredir kanser ve yasakla anılan tarım zehirlerinden biri. ABD’deki tazminat davaları ve Türkiye’deki idari davaya karşın henüz yasak söz konusu değil. Ancak son dönemde bu kimyasala yönelik çok çarpıcı bir iddia var, gündeme taşınan.
Tahıldaki glifosattan
Doktor Alp Sirman’ın, “Sağlık Balonları” adlı kitabında rastladım. Dr. Sirman, başta çölyak olmak üzere bazı bağırsak hastalıklarının buğdaydaki glüten proteininden ziyade, tahıl üretiminde bolca kullanılan glifosattan kaynaklanabileceğine değiniyor. Milyonlarca insanın çölyak ve hazımsızlık nedeniyle buğday ürünlerinden kaçınması nedeniyle “glütensiz” sektörünün oluştuğu bir dönemde, hayli dikkat çekici bir sav bu. Glifosatın vücudumuzda glüten duyarlılığı belirtilerinin çoğuna benzer etkiler yapabildiğini savunan Dr. Sirman, bu etkinin nasıl oluştuğunu da şöyle açıklıyor:
Bloke ediyor
“Glifosat vücudumuzdaki Cytochrome P450 adındaki enzimlerden birini bloke ediyor. Bu enzim vücudumuzda birçok organ ve mikrobiyotamızı oluşturan bakteriler tarafından da kullanıyor. Peki, bu enzim bloke edilince ne olabilir? Bağırsak mikrobiyotamızın değişmesine yol açar. Bu değişim, emilim ve besin hassasiyetini artırır ve günümüzde çok rastlanan gıda duyarlılığına yol açar. Cytochrome P450 enzimleri, vücudumuza giren çevresel toksinlerin ortadan kaldırılmasında rol oynar, yani bir tür doğal detoks sağlar. Bloke edilince bu detoks işlevini göremez. Kısaca bizler glütenle değil, ot öldürücü glifosatla sorun yaşıyor olabiliriz.”
Avrupa Pestisit Eylem Ağı’nın (PAN) “Çok Tehlikeli Pestisitler” listesindeki etken maddelerden 86’sının Türkiye tarımında hâlâ kullanımda olduğunu da hatırlatalım. En azından bu maddelerden başlayarak kademeli olarak zehirleri hayatımızdan çıkarabiliriz. Çünkü “zehirsiz üretim mümkün” diyen idealist çiftçilerimiz var.