Merkez Bankası, 2006’dan beri her yıl enflasyon hedefi açıklıyor. Ama bir kez olsun tutturamadı. 2015 hedefi yüzde 5 idi. Enflasyon yüzde 8.8 oldu.
Acaba Merkez Bankası’nın tek başına enflasyonu aşağıya çekme gücü var mı? Önceki gün Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek enflasyonun sorumlusu olarak, (1) Döviz fiyatındaki artıştan, (2) Gıda fiyatlarının katılığından söz etti.
Eskiden “kapalı ekonomi” döneminde Merkez Bankası emisyonu (piyasaya saldığı parayı) kıstı mı, enflasyon aşağıya inerdi.
Şimdilerde Merkez’in emisyon miktarı önemini kaybetti. Önce nakdi para yanında kaydi para kullanımı yaygınlaştı. Bankalar kredi dağıtıyor, insanlar çek senet yazıyor, taksitli alışverişler arttı.
Türkiye’nin 2 özelliği daha var: (1) TL kadar dolar - euro kullanılır oldu. (2) Bankaların ve reel sektörün yurtdışından dövizle borçlanma imkânı arttı. Bu durumda Merkez Bankası’nın “indir faizi, bindir faizi” yaparak enflasyonu aşağıya çekecek gücü yok.
2015’te döviz çıldırdı
Mehmet Şimşek’in açıkladığı enflasyon suçluları listesinde işte bu nedenle Merkez Bankası’nın adı geçmiyor. Şimşek’in suçlular listesinin başında yer alan döviz fiyatındaki artış çok, hem de
Enflasyon sorunumuz var... 2016’ya zamla girdik. 2015’teki dolar rüzgârı da 2016’yı etkileyecek. Yani 2016’da enflasyon 2015’in altına inemeyecek. Daha çıkmasın da, biz yüzde 8’lere alıştık...
2015 yılının enflasyonu yüzde 8.8 oldu. Bu fiyat artışı ülke genelinde tüketime konu olan tüm mal ve hizmetlerin fiyatındaki ortalama artıştır.
İnsanlar yaşam tarzlarına ve ceplerindeki paraya göre belli mal ve hizmetleri tüketirler.
Herkesin tüketim sepetindeki malların fiyat değişimi farklı olabilir. Bu yüzden çok kişi enflasyona itiraz eder. Fiyat artışının daha yüksek olduğuna inanır.
Enflasyon oranları bizde genelde 2 ‘uç’ ayın (örneğin 2014 Aralık ile 2015 Aralık) fiyatları arasındaki değişime dayalı olarak gündeme gelir. Buna yıllık tüketici fiyatı artış oranı denilir.
- Halbuki önemli olan, iki uç ay arasındaki ortalama fiyat değişimi. Ayşe Hanım’ı ilgilendiren 1 yılda cebinden çıkan paradaki değişim. Bu nedenle 12 aylık ortalama fiyat artış oranları, yıllık fiyat artış oranlarından daha fazla önem taşır.
Dünya 4’üncüsüyüz...
- Tüketici fiyatlarında 2014’te yıllık artış yüzde 8.1 iken 2015’te 8.8 oldu. 12 aylık ortalama fiyat artışı yüzde 8.8 iken yüzde 7.6 oldu.
Fiyatlar arttığı için devlet zam yapıyor. Devlet zam yapınca fiyatlar artıyor.
-Ekonomi 2 para birimi ile çalışıyor: TL ve dolar. Devlet dolar kullanımını teşvik ediyor. O zaman Merkez Bankası’nın TL ile ilgili kararlar alarak ekonomiyi dengeleme şansı kalmıyor. Dolar fiyatı arttıkça, enflasyon kontrolden çıkıyor.
-Devletin kıt kaynakları büyük inşaat projelerine, halkın birikimleri konuta gidince, yatırıma, üretime gidecek para kalmıyor. İnşaat ve konut yatırımlarıyla büyüme gerçekleşemiyor.
-İhracattaki duraklama ekonominin en önemli sorunu. Üretim yapısını değiştirmeden, yeni pazarlara güvenerek ihracatı artırma şansımız çok zayıf.
Önemli gelişmeler...
İnsanlar, olanlara bakarak olacaklar hakkında bekleyişe girerler. Olacaklar hakkındaki bekleyiş ise ekonomiyi yönlendirir.
Yatırımcı, üretici, tüketici bekleyişlerine göre, yatırım yapar, üretir, para harcar.
2016 yılına girerken ve yılın ilk günlerinde, insanların yılın tamamına ait bekleyişlerini etkileyen önemli gelişmeler oldu. Önemli veriler açıklandı.
Bana anlatıldığına göre “brasserie”, Paris’e Alsace’tan göç eden, Alman kültürüne aşina kişilerin açtığı, genelde bira servisi yapılan, çay kahve içilen ve ayaküstü yemek yenilen ‘kahve-lokanta’ların ismi imiş.
Avrupa’da brasserie’lerde ayaküstü yemek yenilir ama isteyen de bir bardak bira, bir fincan kahve içerek saatlerce oturur. Brasserie’lerin iki tür müşterisi vardır: Acelesi olanlar ve olmayanlar. Acelesi olmayanlar saatlerce tek başına oturur, gazete, kitap okur veya dostu ile sohbet eder.
Fransa, Belçika ve Hollanda’da eskiden çok sayıda brasserie vardı. Bunların göze batan müşterileri de yazar-çizer-düşünür takımı idi. Ben 1960’larda bu brasserie’lere gitme şansına sahip oldum.
O günlerden aklımda kalan (daha doğrusu, bir türlü unutamadığım) yaşlı yazar-çizer-düşünürlerin genç sevgilileridir. Onların boyuna-bosuna, gençliğine ve yakışıklığına değil de ününe ‘vurulan’ genç kızlar, bir kedi gibi ‘erkeklerinin’ eteğinin dibinde sessiz ve sevecen otururlardı. O sırada ‘erkekleri’ ya bir şey yazar, çiziktirir, ya bir şey okur veya bir arkadaşı ile genç kızların varlığını umursamadan sohbet ederlerdi.
İstanbul efendisi idi
Yeni açıldığı günlerde, karımla Nişantaşı’ndaki Beymen
Daha ne kadar yol gitmeli ki bir insan
Ona adam denebilsin
Daha ne kadar denizlere yelken açmalı ki bir beyaz güvercin
Gün gelip kumda yatabilsin
Daha ne kadar uçuşmalı ki mermiler
Sonsuza dek yasaklanabilsin
Daha kaç yıl var olmalı ki bir dağ
Eriyip denize kavuşabilsin
Bu akşam yeni bir yıla giriyoruz. Dünyada her dinden, her ırktan milyonlarca insan yeni yılı kutlayacak.
31 Aralık akşamı yeni yıl kutlamalarının, 1 Ocak’ta yeni bir yılın başlamasının Hıristiyanlıkla ilişkisi yoktur. Milattan önce 45 yılına uzanan bir hikâyesi vardır.
Eski Roma’da günlerin sayılmasında kargaşa yaşanırdı. Jül Sezar, milattan önce 45 yılında “Jülyen Takvimi’ni uygulamaya koydurdu. Ve de yeni yılın başlangıcını 1 Ocak olarak belirledi.
Papa Gregoryus tarafından 1582 yılında düzenlenen “Gregoryen Takvimi”nde ise eski yıl 24 Mart gecesi bitiyor, yeni yıl 25 Mart günü başlıyordu.
İsa ile ilgisi yok...
Gregoryen takviminde 1752 yılında düzeltme yapıldı. Yeni yıl 1 Ocak günü başlatılır oldu.
1 Ocak, İsa’nın doğum günü değildir. Yeni yıl kutlamalarının dini yanı yoktur.
Ayşe Hanım Teyzem, “Yılbaşına girerken Nişantaşı çok hareketli imiş... İki gündür Eminönü, Tahtakale, Mahmutpaşa ve Sultanhamam’da dolaşarak içimizi kararttın. Biraz da Nişantaşı’nı anlat” deyince, Nişantaşı’nı iyi bilen bir kadın arkadaşımı aradım.
“Bir kahvede buluşalım da, beni Nişantaşı’nda gezdir” dedim. “Öğle saat 12’00’ye doğru Godiva’da buluşalım” diyerek beni kırmadı... “O kahveye nasıl gidilir?” diyerek sual edecek oldum, keşke etmez olaydım.
Ciddi mi idi, benimle dalga mı geçiyordu pek anlayamadım ama, başladı yol tarifine:
“Hermes’in önünden dosdoğru yürü, Salvatore Ferragamo’yu göreceksin. Oradan kıvrıl. Tom Ford’u geç. Prada var, Cartier var. Durma yürü... Louis Vuitton ile Tods’u arkada bırak. Christian Louboutin var ya... Sağa dön. Gucci’nin, Hugo Boss’un önünden yürü. Brioni’yi geç. Karşına Godiva’nın kahvesi gelir. İşte seni orada bekliyorum.”
Her ne ise, Godiva’da buluştuk. Yol tarifi bahanesiyle sıraladığı yabancı markaların çokluğundan söz edecek oldum... “Ben sana sadece yabancı markaların mağazalarından söz ettim. Bizim Türk mağazalarda satılan yabancı markaları sıralasam, yazmaya sütunun yetmez” diyerek beni tersledi.
75 yabancı mağaza
Neden bu öğle saatinde
Mahmutpaşa’ya tırmanırken yol boyu sohbet ettiğim işportacılar vardır.
Yolun başında “Dolmacı İbrahim”, yıllardır otomatik dolma sarma makinesi satar. “Hocam al bir tane. Siftah olsun” dedi. Kıramadım. Tanıdığım birine hediye etmek için dolma sarma makinesi satın aldım.
Biraz ileride yol kenarındaki ayaklı tezgâhın başında duran işportacı Ragıp, “Her derde deva kremler, macunlar” satar. “Boyun ağrısına Çin malı krem, diz ağrısına Japon malı manyetik bant, soğuk algınlığına Hint yakısı”. Geçen yıl “Talep değişti” diyerek kuvvet macunu, kuvvet hapı satmaya başlamıştı. Dün baktım tezgâhta ufak ufak, renkli kutular duruyor...”
“Bunlar nedir Ragıp?” diye sordum. “Hocam artık halkımız stres hapına merak saldı. Ağrı kremi, kuvvet macunu soran yok. Halkımız kadını ile erkeği ile stres hapı istiyor” dedi.
Sonra başladı işportacı ağzı ile malını övmeye, “Hocam bunlar doğal, organik... İçlerinde kimyasal yok. İlaç yok. Bak bu stres ve depresyona iyi geliyor. Bu siniri, huzursuzluğu, umutsuzluğu yok ediyor. Bu uykusuzluğa, bu yorgunluğa, bitkinliğe bire bir. Bu da mutluluk veriyor.”
Pazartesi umut günü
Yılların işportacısı Ragıp’a güvenim (!) tamdır. 10 TL verdim, bir kutu stres hapı satın aldım.
Geç