Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bana anlatıldığına göre “brasserie”, Paris’e Alsace’tan göç eden, Alman kültürüne aşina kişilerin açtığı, genelde bira servisi yapılan, çay kahve içilen ve ayaküstü yemek yenilen ‘kahve-lokanta’ların ismi imiş.

Avrupa’da brasserie’lerde ayaküstü yemek yenilir ama isteyen de bir bardak bira, bir fincan kahve içerek saatlerce oturur. Brasserie’lerin iki tür müşterisi vardır: Acelesi olanlar ve olmayanlar. Acelesi olmayanlar saatlerce tek başına oturur, gazete, kitap okur veya dostu ile sohbet eder.

Haberin Devamı

Fransa, Belçika ve Hollanda’da eskiden çok sayıda brasserie vardı. Bunların göze batan müşterileri de yazar-çizer-düşünür takımı idi. Ben 1960’larda bu brasserie’lere gitme şansına sahip oldum.

O günlerden aklımda kalan (daha doğrusu, bir türlü unutamadığım) yaşlı yazar-çizer-düşünürlerin genç sevgilileridir. Onların boyuna-bosuna, gençliğine ve yakışıklığına değil de ününe ‘vurulan’ genç kızlar, bir kedi gibi ‘erkeklerinin’ eteğinin dibinde sessiz ve sevecen otururlardı. O sırada ‘erkekleri’ ya bir şey yazar, çiziktirir, ya bir şey okur veya bir arkadaşı ile genç kızların varlığını umursamadan sohbet ederlerdi.


İstanbul efendisi idi

Yeni açıldığı günlerde, karımla Nişantaşı’ndaki Beymen Brasserie’ye gittiğimizde, ortadaki küçük masada Yiğit Okur oturuyordu. Masanın üzerine kağıtlarını yaymış... Kırmızı bir mumun aydınlattığı masada kırmızı kalemle bir şeyler yazıyordu... Birden eski Avrupa brasserie’lerini hatırladım... Yiğit Okur’un tarzından etkilendim. Eskilerden kafamda yer eden tablonun tek eksiği vardı. Yazarın yanında, onun yaptıklarını sessizce izleyen genç bir kadın hayranı yoktu.

Bir süre sonra erken saatte (o zamanlar kebapçıya dönüşmemişti) Hilton’un roof’undaki bara gittiğimde, gene Yiğit Okur’a rastladım. Deniz manzarasına karşı, tek başına, bar tezgahına tünemişti. Önünde gene bir kırmızı mum yanıyordu. Kağıtlarını yaymış, olan bitene ilgisiz yazıyordu.

Ölüm haberini alınca, sevdiğim kitaplarını raftan indirdim. Üç romandan sonra yazdığı ve 2003’te Haldun Taner Ödülü’ne layık görülen, “O Zaman Kim Söyleyecek O Şarkıları” isimli hikaye kitabını tekrar okumaya çalıştım. Bu kitap, mizahi bir anlatımla başından geçenleri hikaye eder.

Haberin Devamı


Tank üstünde sevgili

“Beni uyandıran tank sesi değildi” başlıklı hikayesinde, ihtilal sabahı sevdiği kadının telefonu ile uyanır. Sevgilisi, “İhtilal oldu. Ben Sarıyer’de yalnızım. Korkuyorum. Buraya gel” der. O ise sokağa çıkma yasağı nedeniyle bunun imkansız olduğunu anlatmaya çalışır. Akşam üzeri Nişantaşı’ndaki evinde otururken, tank sesi ile irkilir. Pencereye koşar. Pencerenin önünde bir tank durmaktadır. Tankın üzerinde elinde bayrak, sarışın bir kadın vardır. Tanktan zıplayarak yere atlar. Yüzbaşıya eliyle bir öpücük yollar. Yüzbaşı çakı gibi bir selam çakar. O ise, gördüklerine inanamaz... “Olamaaaz...” der, ama olmuştur. Sevgilisi Sarıyer’den Nişantaşı’na ihtilal sabahı tank ile dolmuş yaparak gelmiştir. (O sarışın sevgili, daha sonra çok ünlü bir yazar oldu.)

Hulki Bey ve Arkadaşları, Büyücü, Güvercinler ve Piyano benim çok sevdiğim romanlarıdır. Bütün romanlarında İstanbul yaşamını ve İstanbul’un eski ailelerini hikaye eder.

Haberin Devamı

Okuma imkanınız olmadı ise Yiğit Okur’un kitaplarını okuyunuz. Ruhunu şad edersiniz. Zarif, birikimli, insan canlısı bir İstanbul efendisini kaybettik.

Allah rahmet eylesin.