Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Behçet Aysan, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Asım Bezirci... Daha 12 yaşında Koray, 16 yaşında ablası Menekşe Kaya ve diğerleri. 3 solcudan dev örgüt çıkartan devlet, Sivas’tan çıkartamadı bir örgütlü hareket. Yaşananların bütün sebebi tahrikti
Mağduriyet, 33’ü otelde yakılarak katledilen, toplam 37 kişinin öldüğü olaylarda yürüyenlerden biri olduğu için ağır ceza almaksa, bakın cezaevlerine, kimsenin burnunun kanamadığı olaylarda pankart taşıdığı için müebbet alanlar hâlâ duvarlar arkasında.
***
Erdal Ayrancı, barikatın başında bekliyordu.
Sivas’ta 2 Temmuz’dan günler önce dağıtılmaya başlanan bildirinin o günü işaret ettiğini bilmiyordu.
Bir kentte, belediyenin açtığı çukurun kapatılmasına gücü yetemeyen yerel gazetelerin haberleri kimilerine göre nasıl olduysa Sivas genelinde yankı bulup saf halkı tahrik etmiş, tahrik olmuş herkesin birisini öldürmeye hakkı olduğuna inanan yasalardan güç alan kalabalık Kültür Merkezi’ne saldırdıktan hemen sonra Madımak’a yönelmişti.
Belediyenin ne hikmetse kaldırım çalışması yapmak üzere otelin yanına istiflediği taşların atılmaya başladığı anda, gencecik yaşında 12 Eylül zindanlarında şiddetin her
Türkiye’de, akademiye girebilmenin ve orada kalabilmenin kuralları vardır.
Yabancı dil bilmek, ALES’ten yüksek puan almak, not ortalamasını yüksek tutmak, belli konu ve alanlarda uzmanlaşmak dışında kurallar.
Emek gerektirmeyen, şanslı doğup, şanslı bir çevrede büyümeyle elde edilebilecek şanslar.
Önce bir hoca tanıman gerekir misal.
Öğrencisi olup olmamak, usta-çırak ilişkisine girip girmemek değil sözü edilen.
Siz birilerine ömür boyu çıraklık etseniz de birilerinin sizden öncelikli olarak akademiye kabul edilmesine yönelik bir düzen.
O düzeni sürdüreceklerin koltukları işgal ettiği, hiçbir akademik çalışmaya imza atmadan ya da ezberlenmiş kabulleri tekrarlayarak diyelim, kuralları sürdürdüğü, bunları etik kodlarla süslediği bir makyajlı kirlilik.
O gün, yani 28 Aralık 2011’de yine kaçağa gitti bütün arkadaşları ve ailesiyle... Dönüyordu ki garipliği sezdi. Sonra uzakta askeri görünce rahatladı diğerleriyle birlikte... Ancak yol kapatılmış, dönüş yasaklanmıştı. Sonra top atışları başladı. Hamza Encü için orada bitti yaşam diğer 33 kişiyle. Ne yapacağı evi, ne hayalleri. Sadece bir istatistikti artık devlet defterlerinde.
“Önleyici meşru müdafaa” diyor son kararda.
Yani, birisi size bir zarar verecekse sizin aynı şekilde karşı koyup ona zarar vermeniz meşru müdafaa sayılıyor ya, bazen, yani “çok gerekli olduğu anlarda”, birisinin size zarar vereceğini varsayıp da ona zarar verebilirsiniz diyor hukuk.
Bir tedirginlik hissediyorsan vur, varsayıyorsan öldür.
Yanlışsa her şey, silahlı biri yoksa karşında, ismi “kaçınılmaz hata”.
Herkesi yaşat, öldürmek kötüdür diye yazmıyor kararlar.
Yaşama hakkının haktan sayılmadığı, onurlu, eşit ve en önemlisi yaşadığını hissedeceğin hafif bir yaşamın sözünü etmenin yasaklandığı coğrafyaların kutsalları, kutsaldan kutsaldır.
Bu yüzden bir başkasının kutsalı paçavra, bir diğerinin ki ölümün hak edilmesinin kanıtı sayılabilir.
Bu yazıda anlatılanlar, yüzüne birileri için kutsal, birileri için sadece bez parçası bir bayrak örtülen, 17 yaşındaki bir delikanlının hikâyesidir.
1999’da Bingöl ve Genç ilçesi, öyle kolayca gizlenilip saklanılacak bir yer değildi.
Herkes herkesten haberdardı ve herkes kimin ne olduğunu bilirdi.
İlçede, özel harekâtın hakimiyeti kesindi.
Eliveren ailesi de kentte, özel harekâtçılarla en iyi geçinen ailelerden biriydi.
Ethem Sarısülük 26 yaşındaydı, metroda türkü söyleyen, Kızılay’da esnafla gülüşen, annesiyle sigara içiyor diye didişen, korkusuz, cesur, delikanlı.Öldüğünde, duvarlara yazıldı: “Benim adım Ethem Sarısülük.” Artık sadece o cümleyi söylemek bile aslında Ethem’i anlatırdı...
Taş da atsa küfür de etse, kimsenin başının tam üzerine ateş edilemeyeceğini hep bir ağızdan konuşabildiğimizde, gerekli mi bilinmez ama bir parça biz olacağız.
Kafasının tam üzerine ateş edilen bir gencin vurulmasını meşrulaştırmak için fotoğraflar servis edilmediğinde ya da bütün arkadaşları rahatça yerlerine koşarken, bir tekme fazla atmak için gruptan kopan ve kalabalıkla arasında dönüp gitse kimsenin “ilişmeyeceği” kadar uzaklık bulunan birinin “linç” edildiğini savunmadığımızda.
Ya da ölen bir gence, bakmadan siciline üzüldüğümüzde ya da o an içimizde kabaran öfke değil de adalet istenci olduğunda, buralarda hep birlikte daha çok duracağız.
***
Ethem Sarısülük 26 yaşındaydı, metroda türkü söyleyen, Kızılay’da esnafla gülüşen, annesiyle sigara içiyor diye didişen, korkusuz, cesur, delikanlı.
Öldüğünde, duvarlara yazıldı:
Bir garip ülkenin güzelliğinden değil, hücrelerine kadar yaşayabildiğin için sevdiğin başkenti... Dilinden, o eksilmeyecek acılar için dinleyeceği şarkı ve Hasan Hüseyin’in Nâzım’ı selamladığı mısraları dökülüyor: “İşten çıktım sokaktayım, gece leylâk ve tomurcuk kokuyor. Haziranda ölmek zor...”
Ankara, her zamankinden gri. Haziranda hep böyle miydi hava, yoksa yaşanılan günlerin sanki tarihin bir yerinde, bir öyküye yakalanmış gibi hissettirmesinden mi bu rüya?
Ayaklarının dibinde bir insan vurulmuştu birkaç gün önce.
“Kurşun sıktılar” demişlerdi de inanamamıştı bu kalabalığa kurşun sıkılır mı diye?
Kurşunmuş.
Daha birkaç gün önce, bu meydanda, Ankara’da geçmemenin imkânsız olduğu bu yaşayan alanda koşuşturuyordu ölesiye.
Gençlik işte.
Silopi’nin dondurması, suya limon sıkılıp, şekerlendirilip buzluğa atılarak yapılan “karşambaydı”. 13 yaşında Doğan Teyboğa, her yaz “karşamba” satar, bütün günler kardeşlerine bakardı. 24 Temmuz 2011’de Silopi’de okulunun önüne koymuştu ki karşambaları, fişek dağıttı o talihsiz alnını...
“Sokaklar” dedi çocuk ve “adalet”, mektubunda başından panzer geçmiş arkadaşını anlatırken.
Bir acının feryadını anlatabileceğini düşünüyordu ki mektubunda.
Gözaltına alındı, mektuba imza atan arkadaşlarıyla birlikte sınıfında.
Yeşil karta kurşun
Abdullah Aydan, 7 çocuğuna bakabilmek için, aldığı yeşil kart ve bulabildiği işlerle yaşayıp gitmeye çalışıyordu. Yaşayıp gidememesine neden olay ise Siirt’te her zaman beklediği durakta oldu. Taş atan çocuklara her zaman gazla ve suyla karşılık veren jandarma, bu kez silahını ateşledi. Kurşun, olayla bütünüyle alakasız bir yerde, durakta bekleyen Aydan’a isabet etti. “Mazur görülecek bir korku ve heyecan” dedi Yargıtay. “Yaygın terör olaylarının yaşandığı bölgede normaldi böylesine ölmek” Yargıtay’a göre. AİHM, mahkum etti Türkiye’yi. Ancak Yargıtay, tazminat ödenince, “sorun bitti” dedi. Tekrar etti sonraki kararlarında, benzer
Kemal Çoban, keyifliydi, küçük oğlunu sevdi, küçük kızını öpüp alnından madene gitti. Cebinde oğlunun sünnet düğünü davetiyesi... Temizlenmiş cenazesi getirildi Belediye Mezarlığı’na. Öptü tabutunu, 8 yaşındaki güzel kızı Rüveyda...
Madenin kasasına konulan “yem” bütçesinden alınan yemlerini yedi, o narin, sarı kanarya.
Biraz sonra karanlığa uçacağını bilmeden kafesten çıkmanın sevincini duyumsadı.
Kapkara bir el attı onu karanlığa.
Karanlıkta sesi yankılandı.