Ethem Sarısülük 26 yaşındaydı, metroda türkü söyleyen, Kızılay’da esnafla gülüşen, annesiyle sigara içiyor diye didişen, korkusuz, cesur, delikanlı.
Öldüğünde, duvarlara yazıldı: “Benim adım Ethem Sarısülük.” Artık sadece o cümleyi söylemek bile aslında Ethem’i anlatırdı...
Taş da atsa küfür de etse, kimsenin başının tam üzerine ateş edilemeyeceğini hep bir ağızdan konuşabildiğimizde, gerekli mi bilinmez ama bir parça biz olacağız.
Kafasının tam üzerine ateş edilen bir gencin vurulmasını meşrulaştırmak için fotoğraflar servis edilmediğinde ya da bütün arkadaşları rahatça yerlerine koşarken, bir tekme fazla atmak için gruptan kopan ve kalabalıkla arasında dönüp gitse kimsenin “ilişmeyeceği” kadar uzaklık bulunan birinin “linç” edildiğini savunmadığımızda.
Ya da ölen bir gence, bakmadan siciline üzüldüğümüzde ya da o an içimizde kabaran öfke değil de adalet istenci olduğunda, buralarda hep birlikte daha çok duracağız.
***
Ethem Sarısülük 26 yaşındaydı, metroda türkü söyleyen, Kızılay’da esnafla gülüşen, annesiyle sigara içiyor diye didişen, korkusuz, cesur, delikanlı.
Öldüğünde, duvarlara yazıldı:
“Benim adım Ethem Sarısülük.”
Artık sadece o cümleyi söylemek bile aslında Ethem’i anlatırdı.
Ama yine de işte, bütün o korkusuz ve bu ülkede yaşadıkları için şanssız ölülerin ardında, kimselerin bilmediği, anlatılması zorunlu bir hayat saklıydı.
***
1986’da Çorum Sungurlu’da doğdu. 1 kız, 4 erkek kardeşin en küçüğün bir büyüğü.
Babası Muzaffer Sarısülük, soran, sorgulayan, yazan ve “düşünen” bir edebiyat öğretmeniydi. Ve elbette teşkilat, böyle öğretmenleri sevmezdi. Urfa’ya tayin olduktan sonra bahane edip yazılarını, hakkında bir sürü soruşturma açılıverdi. Yeni görev yeri Kayseri’ydi.
Ama işte orada, birden susuverdi.
İstifa etti.
Ailesini alıp, memleketi Çorum’a gitti.
Biraz daha sustuktan sonra, ailesine artık kentlerde yaşayamayacağını söyledi. Bir sabah yıllarca giyeceği kıyafetleri giydi, arazide bir barakaya yerleşti.
Öyle güzel bir aileydi ki barakada, elektriksiz, bulduklarıyla beslenen babalarına kimse kızgınlık beslemedi.
Bir yalnızlık adamıydı, herkes onu öyle büyük sevdi.
Ethem küçüktü, aile kalabalık.
Çorum’da ne yapacaklarını bilmezlerken dayıları geldi.
Sonra Ankara, doğuştan “suçlu” olarak mimlenenlerin yeri; Ege Mahallesi.
Yaptıkları gecekonduya yerleşti hepsi.
Sayfı anne temizliğe gitti. Ethem ilköğretime.
Büyük ağabey Mustafa, annesinin diğer kolu, diğer eliydi.
Kız kardeşleri ise daha o küçük yaşta, küçük kardeşlerin annesi.
Tırnaklarıyla tutundular hayata. Ağabey Mustafa, Hacettepe İktisat’ı kazandı da o yoklukta, dondurduğu kaydının buzunu çözemedi bir daha.
Lisedeyken kitapları yoktu. Öğretmen bir kez “Ya al, ya gelme” demişti de Mustafa’ya, arkadaşı almıştı kitabı okula gelebilsin diye Mustafa.
Mustafa’dan kalan tek defter vardı.
Yıl sonunda sildi içindekileri.
O defteri Fikrinaz kullandı.
Fikrinaz karnesini aldığında Ethem.
Tek defterde 3 sene sonra o kardeşlerin yokluk öyküsü yazılıydı.
Ethem duramadı.
Lise 2’de ayrıldı. Çalışacaktı, çünkü annesi o çalışsa daha az çalışacaktı. Gitti, pizzacıda çalışmaya başladı.
Sonra inşaatlarda.
İnşaatlarda çalışan ağabeyinin aldığı taşeron işlerde.
Sonra iş çıkmadığında bir dönem hamallık yaptı.
Bir yandan yüklemişken dünyayı sırtına, diğer yandan kaynakçılık öğrendi, bir mesleği kalsın diye yarına.
Ostim’de işe girdi, herkes kısa zamanda sevdi.
Ethem artık bildiği ve çok iyi yaptığı işteydi.
26 yaşına gelmişti ve her gün bir iş çıkıyordu mutlaka o genç ustaya.
Hakkari’de de asker mevzisinde kaynak yapıyordu, “İşte terörist kamplarında” diye servis edildiği fotoğraflarda.
O işin parasının yarısı, Ethem öldüğünden, hiç alınamadı bir daha.
***
O gün, yani 1 Haziran 2013 günü Kızılay’da, Ethem, irkildi ensesine gelen gaz kapsülünün acısıyla.
Arkadaşları, “hastane” diyecek oldular ama dinlemedi, kaldı Kızılay’da.
Olduğu yere oturup bir sigara içiyordu ki bir lise öğrencisine gözü ilişti.
Ethem, fırlayıp karşıdan karşıya geçirdi o öğrenciyi.
Sonra polislerin geldiği tarafa yöneldi.
Öfkesi sel gibiydi.
Herkesin öfkesi gibiydi.
Ve o gün, Kızılay’da herkes fazla öfkeliydi.
Grubundan ayrılan polis doğrultup dümdüz elini, bastığında tetiğe, Ethem, o öfke selindeki herhangi biriydi.
Düştü.
Bir daha hareket edemeyecekti.
Ambulansa bindirilip götürüldü.
Savaşı 13 gün sürdü.
13 gün sonra, Ethem artık ölümsüzdü.
***
Bir sevgilisini bilmiyordu ailesi hiç.
Birisine bile isteye hiç zarar vermediğini ve yeğenlerini çok sevdiğini biliyorlardı.
Annesinin stentli kalbini.
O eve geldiğinde, herkesi mutlaka güldürdüğünü biliyorlardı.
Haksızlığa hiç gelemediğini.
Alanlarda buldukları maskelerini takıyor yeğenleri şimdi. Başını eğmiş fotoğrafı afişlerde.
Ve adı ölmekle bitmeyen, dinmeyen bir öfkeyle yazılmış fezlekelerde.
Ölse de sanık, perukla korunanların korunduğu adliyelerde.
Nasıl ki anlatılıyorsa öyküleri erken tüm gidenlerin, anlatılacak her zaman, bitmeyen bir ölümsüzlük.
“Kızılay’da başımdan vuruldum, silahsızdım. Benim adım Ethem Sarısülük.”