Lütfullah Tacik’in “şüpheli ölüm” olarak yaşama veda ettiği gün 31 Mayıs 2014 akşamıydı. Kamera sistemine bir zahmet bakıldığı tarih 2 Haziran, mesai sonrası. Koca merkezde yüksek voltajdan bozulan da sadece bu kameraydı...
O kameralar ve kayıtları hep bozuktur. İşkence iddiası varsa bozuktur, “dur ihtarına uymayan” başından vurulduğunda bozuktur, Danıştay cinayetinde bozuktur, tecavüz iddiası varsa bozuktur.
O kameralar, şüpheli hanesinde “devlet” yazdığında bozulur.
Lütfullah Tacik dosyasında da “dayak yediği” iddia edilen anın görüntüleri istendiğinde yanıt sürpriz olmadı.
İki bilirkişi “polis” yollandı, durum tutanak altına alındı:
“Geri Gönderme Merkezi binası içerisinde kamera kayıt sisteminin olduğu, ancak olay yerini gösteren kameraya bağlı DVR cihazının saat ve tarihinin yanlış olduğu tespit edilip, olayın olduğu anın kayıtlarına ulaşılamadığı, olay yerini gösteren kameraya bağlı DVR cihazının yüksek voltajdan dolayı hard diski arızalanmış ayrıca olay mahalli olan TV odasındaki kamera kayıt sisteminin olmadığı tarafımızca tespit edilmiş ve bu durum ile ilgili Karel yıldız telefon servisinin tanzim etmiş olduğu tutanak tarafımızca alınmıştır.”
Tacik’in
Urfa Viranşehir’in zulümden kaçanlara alışık insanları tarif ediyor Ezidilerin kaldıkları yerleri: “Bir kısmı belediyenin konukevinde, bir kısmı okullarda.” 40 dereceyi aşan sıcak serin geliyormuş şimdi Ezidilere...
Çalılıkların arasından iki küçük oğlunun gözlerini kapata kapata, içi parçalana parçalana, ömrü bite bite öylece bakıyordu.
Gitmekle kalmak arasındaki o anlamsız, hayatının en önemli kararını vermesi gereken aralıktan, biri 18, biri 19 yaşındaki kızlarının elleri kolları bağlanmış, büyüdükleri evin önünde yere yatırılmış hallerini izliyordu.
Biraz uzakta sarı sıcak toz yığınının arasından belli belirsiz, köyün elleri bağlanmış, başları öne eğik, yan yana dizilmiş erkekleri gözüküyordu.
O çalılığın arkasından, kızlarının umutlarını çalan, daha birkaç ay önce evlerinde çay içip, yemek yiyen komşu köylüleri izledi.
Güneşe baktı. Kimse neden güneşe böyle baktıklarını anlamazdı.
Sadece kulaktan kulağa söylenirdi, güneşe sabah ve akşam bakıp ibadet yaptıkları.
Birileri Kürt olduğu, birileri Türk olduğu için acılar çekerken, onlar hem Kürt, hem Türklerin arasında yalnızdı.
Şeytana taptıkları söylenir, çocukluktan itibaren taşlanırlardı.
İnançlarını anlatmazlardı, anlatma gereği de duymazlardı.
Doğayı, güneşi, kainatı severlerdi, diğer bütün dinlere ve o dinlerin kitaplarına saygılılardı.
Sabah gazetesinin Galatasaray muhabiriydi. İşi önemliydi, tek maaşla geçindiriyordu ailesini.Küçücük ve kocaman bir dünya, saçma sapan önemsenen spor kulüplerinden birinin, saçma sapan önemsediği vahşi kapitalist dünyasının tonlarca ağırlığındaki kapısında sıkışıverdi...
Öleceğini bilir insan. Öleceğine inanmasa da bilir. Başına gelmeyeceğini düşünerek bilir. Başına geldiği sırada bile o anın geldiğini anlamadan bilir. Anlamaz.
8 yaşında bir çocuk ise ölümü hiç anlamaz. Küçük kedi yavruları gibidir çocuklar, ölümü tanımaz, çocuklar bu yüzden kendilerini ölümden sakınmaz.
8 yaşında bir çocuğa babasının bir kapı aralığında sıkışıp öldüğü ise anlatılamaz.
Seda’ya da anlatamadı annesi babasının neden eve gelmediğini.
O yüzden hâlâ her akşam bekliyor en büyük neşesini.
Erkan Koyuncu da bir gün biliyordu gideceğini ama daha 37 yaşında, topun peşinde koşanları izlemeye koştuğunda bilmiyordu öleceğini.
Sabıkalıydı. Herkes gibi eğlenemezdi. Direksiyona geçti. Önlerini bir araba kesti. Sonra silah sesleri. Polise göre, Aytekin, ‘dur’ ihtarına uymayarak hareket etmiş, hiçbir çevirmenin olmadığı, hareket halindeki trafikte, polisler, Aytekin’in bazı suçlardan arandığını da tespit etmişti
Türkiye’de ölümleri açıklamak kolaydır. “O da yapmasaydı” alışkanlığıyla yetiştirilen çocukların memleketinde, elbette devlet de yaptıklarını “O da yaptı” diye açıklar.
O yüzden sokak ortasında başından vurulan bir gencin taş atarken çekilmiş görüntüleri servis edilerek meşruiyet sağlanabilir, boş yere yıllarca hapis yatan birisinin, özel hayatıyla ilgili bir dinleme kaydı topluma dinletilerek gerekçe oluşturulabilir, eylemde bir kez görüntüsü çekilmiş bir çocuğun başından vurulmasına, o fotoğrafla yanıt verilebilir.
Ve devlet kayıtlarında “sabıkanız” varsa, devlet tarafından öldürülmeniz için de bir “altyapınız” var demektir.
Yasalar, kurallar, meşru kuralsızlığa kurban edilir.
İşte bu nedenle, bütün karanlıkların bir açıklaması vardır ve faili bellidir.
Elleri kelepçelenip tokatlandığında 9 yaşındaydı. Çocuk olmadığını anladı. Utandı ve kendine inandı Yusuf. KPSS’den aldığı puana rağmen, alıştığı işler dışında, uzun bir süredir hiçbir işi yok. ‘Biz şehre küsmedik, küstürüldük’ diyor şimdi...
Bu yazı açık bir çağrıdır. Devlet kurumlarına, üniversitelere, belediyelere, özel kurumlara.
Hayata alttan, en alttan başlayanlardan, merhamet değil adalet isteyenlerden.
Koltukları hazır bekleyenlerin, sınavları kazanamadığında bir şey kaybetmeyenlerin, ne zaman olursa olsun rahatça girdiği fakülteleri bitirdiklerine istedikleri işe “tatilden hemen sonra” yerleşenlerin kolay anlayamayacağı bir çağrı.
Umutsuzlukla boğuşan ama artık yolun sonuna geldiğinde umutsuzluk içinde boğulan bir güzel delikanlının ve benzerlerinin “çalışacak bir iş” çağrısı.
Belanın mahalleleri
Öğretmenleri, köy kadınları hatta annesi “Kız yalancıdır” diye söylendi. Kız, Sevgi Evi’ne gönderildi. Küçük erkek çocuk için yapılan ise sadece ‘danışmanlık’ tedbiri...
Köydeki o ıssız evde neler olup bittiğini herkes bilir, kimse bilmezdi.
Evin büyük oğlu, bir gece, küçük erkek kardeşi yatağına gelmediği için evi yakmaya kalktığında, zaten aslında bilen ancak bilmezden gelen bütün köy, yangını söndürmek için elbirliği etmişti.
Anadolu’nun yardımseverliği her yerde bilinirdi.
Elbette ki yanan bir evi elbirliğiyle söndürmek gerekirdi.
Herkes o kadar duyarlı, o kadar yardımseverdi ki, evin büyük oğlu, küçük erkek kardeşini, yatağına gelmeyi yine reddettiği için evin bahçesine çıkartıp gömdüğünde birkaç saat sonra hemen koşmuş, küçük çocuğu topraktan çekivermişlerdi.
Bir başka gün çocuğun üzerine kolonya döküp yakmaya çalıştığında müdahale eden ve sonrasında oğlundan dayak yiyen annesini nasıl da teselli etmişlerdi.
Çatlı’nın 90’larda yönettiği çete, cinayetler sonrasında milyonlarca doları paylaştı. Aldıkları idam ve müebbet hapis cezalarından ise yasa değişikliği ve zaman aşımı sayesinde kurtuldular
Devletlerin gelenekleri vardır, köklerinden ve ezberlerinden hiç kopmayan bir akıl.
O aklın yarattığı kahramanları vardır.
O yüzden kutsallarına sıkı sıkıya yapışan ülkelerde, “kahramanlar” devletin kabzasını okşadığı silahları tutanlardır.
***
“Reis” sinirliydi.
Nicedir ses getirecek eylemlere imza atamıyorlardı.