Silopi’nin dondurması, suya limon sıkılıp, şekerlendirilip buzluğa atılarak yapılan “karşambaydı”. 13 yaşında Doğan Teyboğa, her yaz “karşamba” satar, bütün günler kardeşlerine bakardı. 24 Temmuz 2011’de Silopi’de okulunun önüne koymuştu ki karşambaları, fişek dağıttı o talihsiz alnını...
“Sokaklar” dedi çocuk ve “adalet”, mektubunda başından panzer geçmiş arkadaşını anlatırken.
Bir acının feryadını anlatabileceğini düşünüyordu ki mektubunda.
Gözaltına alındı, mektuba imza atan arkadaşlarıyla birlikte sınıfında.
Yeşil karta kurşun
Abdullah Aydan, 7 çocuğuna bakabilmek için, aldığı yeşil kart ve bulabildiği işlerle yaşayıp gitmeye çalışıyordu. Yaşayıp gidememesine neden olay ise Siirt’te her zaman beklediği durakta oldu. Taş atan çocuklara her zaman gazla ve suyla karşılık veren jandarma, bu kez silahını ateşledi. Kurşun, olayla bütünüyle alakasız bir yerde, durakta bekleyen Aydan’a isabet etti. “Mazur görülecek bir korku ve heyecan” dedi Yargıtay. “Yaygın terör olaylarının yaşandığı bölgede normaldi böylesine ölmek” Yargıtay’a göre. AİHM, mahkum etti Türkiye’yi. Ancak Yargıtay, tazminat ödenince, “sorun bitti” dedi. Tekrar etti sonraki kararlarında, benzer ezberlerini.
En sıcak yaz
Diyarbakır’da 2006 yazı çok sıcaktı.
Dağdan gelen cenazeler nedeniyle çıkan olaylar “sıkıyönetimle” bastırıldı.
Abdullah Duran (9) evinin balkonunda, Enez Ata (8) ile Mahsum Mızrak (17) sokakta, Emrah Fidan (17) caddede, İsmail Erkek (8) cadde üzerinde bıraktı yaşamlarını.
Eldeki tek kanıt, Mızrak’ın kafatasındaydı.
Çıkartıldığında neredeyse bütün fişek kafasından, faillere ulaşmak kolaydı.
Öyle olmadı.
Yıllar sonra faillere yaklaşıldığında ise adli emanette o fişek bulunamadı.
Buna rağmen Enez Ata’yı vurduğu sanılanlarla, Mızrak’ı vurduğu sanılanlar savcılığa göre aynıydı.
Elde kanıt olmaksızın, sürüyor hâlâ tutuksuz yargılanmaları.
Diğerleri için dava bile açılamadı.
Mehmet bebek
Mehmet Uytun 2009’da öldüğünde daha yaşamamıştı.
Annesi, emzirmek için bu memlekette balkonun seçilecek en kötü yer olduğunu bilmiyordu.
Ne de olsa balkon, çıkılması yasaklanmış sokaklara bakıyordu.
İlk gaz bombası atıldığında, bebeğini alıp doğruldu, içeriye kaçacaktı ki ikinci gaz bombası Mehmet bebeği buldu.
Küçücük kafası sarıp sarmalanıp hastaneye götürüldü.
Mehmet bebek, 18 aylıktı daha, öldü.
“Taş atmışlardır” diye savundu kendini devlet.
Bir bebek öldüğünde ağlamadığı için bütün memleket, kapatıldı takipsizlik kararıyla dosyası, küçük bir mezar taşı şimdi Mehmet.
Sırttan gelen tek kurşun
Çok değil, bir ay sonraydı, Aralık 2009’da Diyarbakır sokaktaydı.
Sırtından vuruldu 23 yaşındaki Aydın Erdem.
Valilik “çatışma” dedi, “havai fişek”, “taş, sopa”.
Otopsi raporu çıktı. Yakın mesafeden atılmış tek kurşun sırtındaydı.
Dosyası, takipsizlikle kapatıldı.
Yetim kalan ‘karşambalar’
Silopi’nin dondurması, suya limon sıkılıp, şekerlendirilip buzluğa atılarak yapılan “karşambaydı”.
13 yaşında Doğan Teyboğa, her yaz “karşamba” satar, bütün günler kardeşlerine bakardı.
Köyleri yakılan ailenin yerleşebildiği, amcalarının verdiği bir göz oda.
Annesi süt sağmaya, babası kamyona gittiğinde, 6 kardeşin en büyüğü Doğan, hem anne, hem babaydı.
Yengesine emanet edebildiğinde çocukları, küçük ellerinde karşambalar, sokaktaydı.
O gün de sokağa çıktı.
24 Temmuz 2011’de Silopi’de sokaklar, yılın büyük bölümünde olduğu gibi karışıktı.
Okulunun önüne koymuştu ki karşambaları, fişek dağıttı o talihsiz alnını.
1,5 saat yattı okulunun önündeki kaldırımda.
Cenazesine yetişemedi babası, yol boyu ağladı ağır aksak giden kamyonda.
“Evimin direği” diye söz ediyordu 13 yaşındaki oğlundan, çocukluğunu yaşamadan, “takipsizlik” damgalı bir dosyanın ölü mağduru oldu Doğan.
Mazlum’un faili yok
Mazlum Akay, Adana’nın en sıcak günlerinde sokaktaydı. Yüzlerce Adanalı çocuk gibi meraktaydı. Çatışma sesleri mahallelerine kadar ulaşmıştı. Hangi çatışmanın alt edilecek öznesi olabilirdi ki, daha 11 yaşındaydı. Gaz bombası başına geldi bir anda. Mazlum’un öyküsüz yaşamı bitiverdi 11 yılda.
İki gaz bombası fişeği vardı öldüğü yerde, avukatları verdi savcılığa. Mazlum’un saçıyla, kokusuyla, dokusuyla birdi avukatlara göre fişeklerin üzerindeki kanıtlar. Savcılığa göre ise lüzum yoktu bunları fazla araştırmaya. Kapandı dosya, diğerleri gibi, bir ömrün üzerini kapatan damgayla.
Herkes ağlarken
Ethem taş atıyordu, Ali İsmail sokaktaydı, Berkin’in misketleri vardı ve maskesi, Abdullah polisle karşı karşıyaydı.
Diğerlerine “teröristler” saldırdı, birilerine maskeliler.
Kimi duvardan düştü, kiminin başını kaldırıma vurdu “serseriler”.
Bir uçurumdur bu ülke artık, derinliğine kan ve acı dökülen.
Bir yitik hikâyedir, ölü çocukların uyurken, kitaba uydurulanla, kitaplardan uydurulanları dinlediği.
Sihirdir, artakalanların kırık camları görüp, ölüleri görmediği.
Karşambalar erimiş, sokaklar boşaltılmış, annelerin memesinde bile uyku yokken o çocuklara, evrakta bağımsız yargının neferleri, “orantılıdır” diye yazıp geçti tutanaklara.