Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

O gün, yani 28 Aralık 2011’de yine kaçağa gitti bütün arkadaşları ve ailesiyle... Dönüyordu ki garipliği sezdi. Sonra uzakta askeri görünce rahatladı diğerleriyle birlikte... Ancak yol kapatılmış, dönüş yasaklanmıştı. Sonra top atışları başladı. Hamza Encü için orada bitti yaşam diğer 33 kişiyle. Ne yapacağı evi, ne hayalleri. Sadece bir istatistikti artık devlet defterlerinde.

“Önleyici meşru müdafaa” diyor son kararda.
Yani, birisi size bir zarar verecekse sizin aynı şekilde karşı koyup ona zarar vermeniz meşru müdafaa sayılıyor ya, bazen, yani “çok gerekli olduğu anlarda”, birisinin size zarar vereceğini varsayıp da ona zarar verebilirsiniz diyor hukuk.
Bir tedirginlik hissediyorsan vur, varsayıyorsan öldür.
Yanlışsa her şey, silahlı biri yoksa karşında, ismi “kaçınılmaz hata”.
Herkesi yaşat, öldürmek kötüdür diye yazmıyor kararlar.
Kaçaktan sigara getirmek, “önleyici” dedikleri, önledikleri de büyük bölümü çocuklar, kaçağa giden, ödeyemedikleri tost parasına.
***
Şırnak Uludere.
Roboski ve Bujeh.
Sonradan verilen isimleriyle Ortasu ve Gülyazı.
Hamza Encü atadan, dededen buralı.
Ve sınırların böyle olmadığı dönemlerden beri ailesi kaçakçı.
Kaçak dedikleri, karşı köydeki akrabalardan ucuza almak mazotu, götürüp satmak ilçeye.
Burada ucuz olanı oraya, orada ucuz olanı buraya.
Suç dediler sınırlar değiştiğinde yüzyıllardır yapılana.
Küçüktü daha ilk kaçağa çıktığında, yükleyip sigaraları katırına, bugünün parasıyla cebinde 50 lira.
Büyüdü, okula gitti, okuldan ayrıldı, kaçağa gitti, kaçaktan döndü, top oynadı, 90’ları gördü, ağladı, korktu, hikâyeler dinledi, hikâyeler anladı.
Askerlik dediler, gitti yaşı gelince.
Tunceli dediler.
Kendi memleketinden alışıktı bir başka isimle anılmasına bazı yerlerin, o da Tunceli dedi Dersim’e.
Operasyonlara aktif çıkan bir tabura verdiler.
Yıllarca yanı başında sesini duyduğu helikopterlerin, çatışmaların, askerlerin bir parçasıydı artık.
Kaç kez yaralanan arkadaşlarını gördü, kaç kez ölen gençleri. Kaç kez yanı başından geçti kurşun, kaç kez birinin yanı başından geçen bir kurşunu ateşledi.
1.5 yıl böyle geçti.
Geri döndüğünde köyüne, annesi, “Artık zamanıdır evlenmenin” dedi.
Kabul etti, buralarda erkenden büyüyen çocuklar için evlenmek askerlik sonrasında artık geçti.
Bir eve ihtiyacı olacaktı.
Biraz ileride, yani yıllar önce birileri çok geliyor diye boşaltılan, yakılan mezrada bir ev inşa edecekti.
Askerden dönünce, ilçede iş aramış bulamamıştı.
Ev demek para demekti, para kazanmak, kaçak.
Düzenli giderse, o evi inşa edebilecekti.
***
O gün, yani 28 Aralık 2011’de yine kaçağa gitti bütün arkadaşları ve ailesiyle.
Dönüyordu ki garipliği sezdi.
Sonra uzakta askeri görünce rahatladı diğerleriyle birlikte.
Ancak yol kapatılmış, dönüş yasaklanmıştı.
Geçemediler, sınırın evleri olan tarafına, yol isteyip seslenseler de.
Sonra top atışları başladı.
Alışıklardı ama bölge temizdi, kaçağa gidip gelirken kimseyi görmemişlerdi.
Sonra kaçaktan getirdikleri eşyaları bırakıp tepenin gerisine, beklediler tepenin üzerinde.
Sonra aydınlanma fişeği aydınlattı henüz kararmış dağları.
Sonra uçakların uçurumlarda yankılanan motorları.
Hamza Encü için orada bitti yaşam diğer 33 kişiyle.
Ne yapacağı evi, ne hayalleri.
Sadece bir istatistikti artık devlet defterlerinde.
Köylüler geldiler koşar adım o tepeye.
Kimse müdahale etmedi, kimse gelmedi, “güvenlik gerekçesiyle”.
Nasıl da anlamıyorlardı, koşar adım sınır geçilebiliyordu oralarda işte.
Sınır dedikleri bir dağın, yaylanın bir yerinde bitip, diğerini yasaklamazdı ki, o dağ o yayla oradaydı, onlarındı, koşuştukları dağlar ve yaylalardı sadece.
Bu kez ölülerine koştular.
Sarıp battaniyelere sabaha kadar, katır sırtında getirdiler köye.
Sadece et parçaları vardı iki battaniyede.
Öyle soktular otopsiye.
35 ölü diyordu ya haber bültenleri, o ayrı battaniyelerde olan, iki ölü saydıkları 10 kilogramlık et, 90 kilogramlık Hamza’dan kalan et parçalarıydı sadece.
İki gün sonra anlaşıldı, iki battaniyeden bir Hamza’nın çıkmadığı.
DNA’lar örtüşünce, parçaların aynı mezara gömülmesi kararlaştırıldı.
Günler sonra, bir köylü dolaşırken tepede, birkaç parça daha bulacak ve annesinden gizli, o parçalar Hamza’nın mezarına konulacaktı.
1.5 yıl sürdü sivil savcılıktaki ilk soruşturma.
İfade bile alınmadan geçirildi onca süre, askeri savcılığa gönderildi 53 satırlık kararla.
Askeri savcılık da soruşturdu aylarca.
Noktayı koydu.
Bütün olanlar, “kaçınılmaz” hata.
İtiraz etti avukatlar o karara.
Askeri mahkeme, önceki gün açıkladı kararını, yepyeni bir anlayışla.
Onlara göre olan biten; “Önleyici meşru müdafaa”.
Yani Hamza ve diğerleri, “varsayalım ki köylü değiller” diye ayrılmıştı parçalara.
Hani Heron, istihbarat, uydular, predatörler deniyor ya.
Olan biteni anlamak mümkündü, alaydan karakola, karakoldan köye iki telefonla aslında.
***
Bir avuç insan, “Adalet adaletsizliğin doğduğu yerden yükselir” diyerek bir müze yapmak istiyorlar o köye.
Roboski Müzesi şimdilik adı.
Bir iki gün önce kesin olarak kapatılan dosya da konulacak oraya.
Askerdeyken ölse devlet töreniyle uğurlanacakken, “hata” denilen bir operasyonda parçalara ayrıldı Hamza.
Ve ağlarken anneler, küçücük çocukların, küçük mezar taşlarında.
Birileri, “Roboski değil Uludere” diye hâlâ bağırıyor hırsla.