Yaşama hakkının haktan sayılmadığı, onurlu, eşit ve en önemlisi yaşadığını hissedeceğin hafif bir yaşamın sözünü etmenin yasaklandığı coğrafyaların kutsalları, kutsaldan kutsaldır.
Bu yüzden bir başkasının kutsalı paçavra, bir diğerinin ki ölümün hak edilmesinin kanıtı sayılabilir.
Bu yazıda anlatılanlar, yüzüne birileri için kutsal, birileri için sadece bez parçası bir bayrak örtülen, 17 yaşındaki bir delikanlının hikâyesidir.
1999’da Bingöl ve Genç ilçesi, öyle kolayca gizlenilip saklanılacak bir yer değildi.
Herkes herkesten haberdardı ve herkes kimin ne olduğunu bilirdi.
İlçede, özel harekâtın hakimiyeti kesindi.
Eliveren ailesi de kentte, özel harekâtçılarla en iyi geçinen ailelerden biriydi.
Yıllarca sağ partilere yakın durmuşlar, kente gelen asker ve polislerin de ahbabı olmuşlardı.
Ve özel harekâttan bazı polisler, aileyle özellikle yakındı.
Dükkânlarından çıkmaz, hafta sonlarını birlikte geçirir, dükkâna yan bakanı yakarlardı.
Bir gün, aileden biri, özel harekâtçının birine istediği miktarda borç verdi.
Verilen borç, hepi topu 800 dolardı.
Dostların arasında o kadarcık bir paranın lafı bile olmazdı.
Eli rahata çıktığında, ne de olsa zaten istenmeden borcun gereği yapılırdı.
Ama öyle olmadı.
Zaman geçti, mevsimler bittiğinde borç ödenmedi.
Bir gün yine öyle dükkânda otururlarken, eli sıkışan alacaklı, borçtan bahsetti.
Utana sıkıla, ödeyebilirse şimdi ödemesinin iyi olacağını söyledi.
Ancak özel harekâtçı M.A.’ya göre o borç bitmişti.
Hem nasıl olurdu da kendisine başkalarının yanında borçtan bahsedilirdi.
Çıkıştı.
Ancak ilçeye hakim aile, biri çıkıştığında öyle sözünü geri alacak ailelerden değildi.
Tartıştılar.
Ve o tartışmanın sonu hiç iyi bitmeyecekti.
Tartışma büyüdükçe, ipler gerildi. Aralarından su sızmayan arkadaşlar birbirine girdi. Özel harekâtçı, o gün o dükkândan yediği yumruklar ve ettiği “göreceksiniz” sözleriyle gitti.
Okulun arka duvarı
Yılmaz, daha 17’sinde, lise öğrencisiydi.
Ailesinin yaşadığı tartışmayı da biliyordu da aklı daha çok hayallerindeydi. Amcası Mehmet, hepi topu 2 yaş büyük büyüktü kendisinden.
Akrabalığı aşmış, arkadaş olmuş, amca ve yeğen.
Yılmaz ve Mehmet, o gün, yani Nisan 17’sinde 99’un, maç izledikleri kahveden çıktılar.
Büfeden sigara alıp, okulun arka tarafından evlerine geçeceklerdi ki orada yaşayanların gördüklerinde asla şaşırıp ürkmedikleri, ancak önlerini kesmemesi için sürekli dua ettikleri akrep aracı geldi.
İki genç, okul duvarının dibindeydi. Akrepten inenleri bekliyorlardı ki ateş edildi.
Liseli Yılmaz hemen orada can verdi.
Yeğeni üzerine düşen Mehmet, ayağında merminin sıcaklığı, kaçmaya yeltendi.
Kaçamayacağının bile farkında değildi, merminin sıcaklığını bu kez sırtında hissetti.
İhbar ve bayrak
Sıkılan kurşunlardan sonra kesilen sesler, 15 dakika sonra geniş arazilerin yanı başındaki mezarlık tarafından geldi.
Bu kez daha yoğun, adeta çatışma sesiydi.
Gün aydınlığında herkes her şeyi öğrenecekti.
Ama bekleyemeyen birileri vardı.
Eliveren ailesi.
Çocukları gelmeyince gece, aile karakola gitti. “Teröristsiniz hepiniz” diye bağıranlar tarafından ilk kez karakoldan geri çevrildi.
Sabah olduğunda cesetlerini almaları için çağrıldıklarında, ellerine tutanak verildi.
“Amca ve yeğen teröristti. Üzerlerinde bomba ve kaleşnikof vardı ve diğer 78 PKK’lıyla birlikte askere-polise karşı çatışmaya girmişlerdi.”
Dosya kapandı, aile Bursa’ya göç etti.
Yeni ölümler olmasın diye aile gitti ama vazgeçmedi.
Zaman geçti, hava değişti, o eski görevliler Genç’ten gitti. Aile yeniden savcılığa bir suç duyurusu iletti.
O sırada, o zamana kadar susan bir tanık, elinde belgeler çıkageldi.
14 yıl sonra anlattı olan bitenleri.
O gün, emniyetin mahzeninde daha önceden ele geçirilen kaleşnikoflar yerlerinden çıkarılmış, yeni çatışmaya girilmiş gibi yıpratılmıştı.
O gün, bir bekçi ayarlanıp 155 aratılmış, mezarlık tarafından teröristlerin seslerinin geldiğini ihbar etmişti.
O gün, doktorlar önceden ayarlanmış, çatışmadan sonra güya bazı yaralılar tedavi edilmişti.
Savcı, belgeleri inceledi.
Yaralı olduğunu söyleyen polis rapor almamış, teröristleri imha edenler taltif istememişti.
İlçede kime sorsalar biliyordu amca ve yeğeni.
Konu komşular 14 yıl önce görmüştü aslında o sırrı, okulun duvarındaki.
Tanık anlattı.
17 yaşındaki Yılmaz’ı, 19 yaşındaki Mehmet’i.
Mehmet’in ayağının koptuğunu, Yılmaz’ın oracıkta hemen can verdiğini.
Mezarlığa taşındıklarını.
Örgütün bayrağının itinayla yerleştirildiğini.
O günkü savcının gelip de bayrağı kaldırdığında Yılmaz’ın üzerinden, görünce lacivert kravatı, “Bari kravatı çıkartsaydınız” dediğini.
5 özel harekâtçı, cinayet suçlamasına rağmen tutuklanmadan, oturdukları yerden, duruşmalara gelmeden yargılanıyorlar şimdi.
15 yıldır ağlıyor ölenlerin anneleri.
Belki biraz olsun ferahladı içerleri ama başka yüzlerce annenin gözyaşlarına sebep, kapatılmış dosyaların üzerinde hâlâ sallanıyor ve saklıyor gerçekleri büyük ve görkemli bayrak direkleri.