Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sabıkalıydı. Herkes gibi eğlenemezdi. Direksiyona geçti. Önlerini bir araba kesti. Sonra silah sesleri. Polise göre, Aytekin, ‘dur’ ihtarına uymayarak hareket etmiş, hiçbir çevirmenin olmadığı, hareket halindeki trafikte, polisler, Aytekin’in bazı suçlardan arandığını da tespit etmişti

Türkiye’de ölümleri açıklamak kolaydır. “O da yapmasaydı” alışkanlığıyla yetiştirilen çocukların memleketinde, elbette devlet de yaptıklarını “O da yaptı” diye açıklar.
O yüzden sokak ortasında başından vurulan bir gencin taş atarken çekilmiş görüntüleri servis edilerek meşruiyet sağlanabilir, boş yere yıllarca hapis yatan birisinin, özel hayatıyla ilgili bir dinleme kaydı topluma dinletilerek gerekçe oluşturulabilir, eylemde bir kez görüntüsü çekilmiş bir çocuğun başından vurulmasına, o fotoğrafla yanıt verilebilir.
Ve devlet kayıtlarında “sabıkanız” varsa, devlet tarafından öldürülmeniz için de bir “altyapınız” var demektir.
Yasalar, kurallar, meşru kuralsızlığa kurban edilir.
İşte bu nedenle, bütün karanlıkların bir açıklaması vardır ve faili bellidir.

Umutsuzluğun sokakları
Aytekin Arnavutoğlu suça karışmış delikanlılardandı.
Cep telefonu hırsızlığından sabıkası vardı.
2 ay 10 gün hapis yatmıştı.
Anne ve babası ayrıydı, annesinin yanında yaşıyordu.
Sıkıntılıydı, ailesine karşı mahcuptu, ne yapacağını bilmiyordu, çevresinden kopmakta güçlük çekiyordu.
Yaşadığı mahalle, büyüdüğü sokaklar, umutsuzluk doluydu.
Suça karışmayan arkadaşı neredeyse yoktu.
Ve o arkadaşlarının da kendisi gibi umudu da yoktu.
Umutsuz sokaklarda büyüyen çocuklar, o sokakların çıkacakları bütün yolları bilirler.
Aytekin de biliyordu.
Herkes gibi eğlenemezlerdi örneğin, diğer eğlenenleri rahatsız etme ihtimalleri, korkuturdu işyerlerini.
Herkes gibi çalışamazlardı, kimse sabıkalı birileriyle çalışmaya sıcak bakmazdı.
Herkes gibi dolaşamazlardı, dolaştıkları yerlerde, birileri huzursuzlukla bakardı.
Yeni bir sayfa açmak istedi Aytekin, başka yollara çıkan başka sokaklar.
Askere gitti.
Döndüğünde artık kendisine göre başka biriydi.
Öyle olmasaydı da hikaye değişmezdi ama umudu vardı Aytekin’in.
21 yaşındaydı ve bambaşka yolların başındaydı.

Arabada biten yaşam
11 Mayıs 2006’da arkadaşlarıyla eğlenmek için arabaya bindi Aytekin.
İki arkadaşı ile müziği açıp, İstanbul’un sokaklarında geziniyorlardı.
İki arkadaşı da cep telefonu satan bir dükkânda çalışıyordu ve o akşam tek istedikleri, baharın tadını çıkartmaktı.
Arabayla gezmek tadını çıkartmak için bahar tek imkândı.
Camlar açık, müzik açık giderken trafikte, canları bir şeyler atıştırmak istedi.
Bir manavın önünde durup meyve aldıktan sonra, arkadaşına ısrar eden Aytekin direksiyona geçti.
İfadelere göre, Fatih’te önlerini bir araba kesti.
Derken, araba hareket etti, sonra silah sesleri.
Polise göre, Aytekin, “dur” ihtarına uymayarak hareket etmiş, hiçbir çevirmenin olmadığı, hareket halindeki trafikte, polisler, Aytekin’in bazı suçlardan arandığını da tespit etmişti.
Arkadaşlarına göre yaklaşık 20, polise göre sadece 1-2 el silah sesi.
Sesler bitip de arkadaşları başlarını soktukları yerden yukarı kaldırdıklarında, kurşunlardan birinin yan camı deldiğini fark etti.
İki arkadaş arabadan indi, Aytekin inemedi.
Şoför koltuğuna yönelip kapıyı açtıklarında Aytekin aslında gitmişti.
Yarı kapalı gözleri, titreyen bedeniyle karşılaştıklarında çaresizce bağırdılar ama Aytekin orada son nefesini verdi.

Çıkmaz sokak bilmecesi
Polis kayıtlarına göre ise olay bambaşkaydı.
Polis, Aytekin’in aracını durdurmak istemiş, durmadığında takip etmişti.
5 kilometrelik takip sonunda durmadığında uyarı ateşi açılmış, kurşunlardan biri sekerek Aytekin’e isabet etmişti.
Ancak arkadaşları ile ailesi bütün kayıtları inceledikten sonra itiraz etti.
Onlara göre, araç takip edilmişse bile uyarılmamıştı.
Hareket halindeki araçta Aytekin’i teşhis imkânsızdı.
Takip polis aracıyla değil, sivil araçla yapılmıştı. Yani Aytekin, sivil bir aracın kendisini durdurmak istediğini fark etse bile kaçmakta haklıydı.
Çıkmaz sokağa yanlışlıkla girmiş, bu sokakta kolayca araçtakileri teşhis etme imkânı bulan polis, buna rağmen duran arabaya ateş açmıştı.
Ve en önemlisi, bu uygulamayı yapan polisin “sınıfıydı.”
Takip eden polisler, asayiş değil, bomba imha uzmanlarıydı.

Müebbetten 4 yıla
O gece, oğlunun öldüğünü haberlerden izleyen babası hastaneye koştu.
Morgda vedalaştı oğluyla.
Polis merkezine gittiğinde araçtan çıktığı belirtilen sahte bir kimlik gösterdiler babaya.
Sabıkalarını anlattılar o acılı anda.
Oğlunu vuran polis, hemen o akşam bırakıldı.
Dava açıldığında, o araçtakiler değil, sadece o polisle bir meslektaşı yargılandı.
O polis önce müebbet hapse çarptırıldı.
Yargıtay bozduğunda, önce 24 yıla sonra 16 seneye indi cezası.
İkinci kez yargılama yenilendiğinde artık “içtihatlar” bambaşkaydı.
Son karar; 4 yıl 2 ay hapis cezası.
Ancak yargıya göre, karar hâlâ tartışmalıydı.
7 sene oldu, bitmedi hâlâ yargılaması.
Onlarca hikâyeyle benzerdi zaten Aytekin’in dosyası.
Sabıkalıydı, belki aranıyordu ve işte yoktu başka açıklaması.
Ceza verilmesine ve engellenmesine gerek yoktu, yasada ne yazarsa yazsın, böyle verilirdi “durmayanların” cezası.