... Biliniyor da zaten, alt alta konulup okununca daha anlamlı oluyor Grammeşin’in nasıl gittiği.Kadın arkadaşları, kendilerine ait gördükleri kadınlardan başka her kadına istediği gibi davranabileceğini düşünen güruh tarafından taciz edildiğinde, tacize engel olabilmekti tek dileği.Sonra, eli kirlenmiş esnaf ve arkadaşlarının tek başına yere düşmüş bir genci “övünürken geri kalmamak” için linç etmesi...... Şimdi duruşmalar başlayacak... Şüphesiz ki o duruşmalarda asıl yargılananlar onlar olmayacak.Öldürülen kadınlar, öldürülen çocuklar gibi, öldürenin değil, öldürülenin ne yaptığı tartışılacak.Ve öldürülmüş de olsalar, şüphesiz ki öldürülen mutlaka bir şey yapmış olacak...
Adaletsizlik veya adalet, “başımıza gelmesi”, “başkasının başına gelmesi” ile bitip başlamıyor.
İşte bu yüzden bazı insanlar ağaçların tomurcuklanmasını, çiçek açtığında kar yağmamasını, kar yağdığında birilerinin sokakta kalmamasını önemsiyor, sokakta kaldığında o gün doymasını değil, hiç aç kalmayacakları bir yaşama kavuşmasını istiyor.
Bazı insanların kederleri, bir sokak kedisinin suya ulaşma hakkından başlayıp, bir suyun akabilme hakkına kadar bu yüzden uzanıyor.
Bir damla
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in ilk kez Milliyet’i ağırladığı Başkanlık Konutu’ndayız.
Bir dönem bağ evi olan, daha sonra Yunanistan Büyükelçiliği’ne tahsis edilen, ardından TBMM Başkanlığı’na geçen konut, Çiçek döneminde sil baştan yenilenmiş.
Eski haline sadık kalınarak inşa edilen Selçuklu-Osmanlı motiflerinin kullanıldığı yeni bina, belki depolardan çıkartılıp elden geçirilen eski eşyalarla döşendiğinden tarihi bir mekânda bulunduğunuz hissi yaratıyor.
‘21 ay sıkıntı çektim’
İki katlı konutun alt katı resmi ağırlamalar için kullanılıyor.
Üst kat ise konut olarak hazırlanmış ancak Çiçek burayı hiç kullanmamış.
İkinci kattaki, artık Başbakanlık olarak kullanılan Çankaya Köşkü’ne ve Seğmenler Parkı’na bakan balkonda başkanlığı döneminde en çok tartışılan konulardan olan yeni anayasa çalışmalarını değerlendiriyor Çiçek:
Biri, bulduğu her yere camları açılamayan binalar yapmayı hayal ederken, diğeri, uzun ve yalnız gecelerde yıldızlara bakıp kardeşini bulmayı düşlemişti. Kamp Armen, buluşturmuştu kardeşleri......O yersiz çocuklar dillerini, Türkçeyi, dersleri, emeği ve kardeşliği o kampta öğrendi. 7 kez el değiştirse de değişmedi Kamp Armen’in incelikleri... Bir bölümü yıkıldı şimdi kampın, kalan bölümü satın alınmaz ya da kamulaştırılmazsa yıkılacak...
Beton da dikilse bütün maviliklerin orta yerine erguvanlar yine de açıyor İstanbul’da her baharda.
Bir tohum toprağına sıkı sıkıya tutunmuşsa, ne yapsanız da köklerini bırakmıyor zira.
***
Garabet Orunöz, birkaç yıl önce anlatıyordu Kamp Armen’i nasıl görmek istediğini:
“Ben isterim ki orada yedi bölgeden çocuklar olsun. Süryani, Ermeni, Kürt, Türk, Laz çocuklar birbirleriyle tanışsın. Trakyalı bir çocuk Ermeni bir çocukla, Akdenizli bir çocuk, Doğuluyla oynasın.”
Bu önerinin alternatifi ise birkaç yıl sonra terk edilecek hilkat garibesi villalar yapmaktı.
1 Mayıs 1977, solun büyük yürüyüşünün parmak ısırtan ışıltısıydı. Sol, köylerde, tarlalarda, fabrikalardaydı... İstanbul, o gün Taksim Meydanı’ydı... Sadece bir bayramı kutlamak için evinden çıkıp, geri dönemeyenler vardı. Ve mayıs, bazı coğrafyalarda daha kanlıydı...
Gözden çıkarılması olağan ve olmamaları tercih edilen insanlar vardır.
Bir istisna hukukla yok edilen, yokluklarının hesabının sorulması yasaklı.
Yasaklı meydanlar vardır o insanların çıkmak istediği ve çıktığı.
O meydanların bir tarihi, anlamı ve dili.
Bu yüzden iktidarlar değişse de değişmez devletin ezberi.
Ve özgürlük bazen, bir meydanın özgürleşmesine bağlıdır.
Bazen demirci Ermeni, kalfası Türk, çırağı Kürt, sonra ustası Türk, kalfası Kürt, çırağı Ermeni ama kim hangisi olursa olsun dövüyorlardı hep aynı demiri. Sonra büyük bir savaş ve o savaşlardan çok önce yapılmış projeler çıkageldi... Bölüşmemeleri söylendi ekmeği.Ermeniler öldü, Türkler öldü, Kürtler de...Bin yılını o kentte geçiren Ermenilerden üzerlerinde tarihlerini yazdıkları evleri dışında bir şey kalmadı geriye...Ama duruyordu o toprakta Türkler ve Kürtler eskisi gibi.Ermeniler ise artık sadece efsunlu hikâyelerdi...
Bitlis’in yokuş ve Arnavut kaldırımı dar sokaklarında sağlı sollu uzayan evlerin büyük bölümü Ermeniler tarafından yapılmıştı.
Karanlık çöküp de dağların içinde kalan kentin üzerinde büyülü bir sessizlik yükseldiğinde, sokakları, Ermenilerin evlerinin önüne koydukları lambalar aydınlatırdı.
Orada Ermeniler, Türkler ve Kürtler birbirine alışıktı.
Konuşacak ortak bir dili mutlaka bulurlar, ayrı okullarda okuyan çocuklarını aynı sokaklardan “Geç oldu” diye aynı anne kaygılarıyla çağırırlardı.
Hangi dilde ve dinde doğacağını seçemediğin evrenin o büyülü köşesinde, kimin hangi din ve dilde doğduğunun da bir önemi hiç olmamıştı.
Bazen
Aynı insanlarca, “namusunu temizleyen” kadından, “aşkına karşılık bulamayıp, tasarlayarak sevgilisini öldüren” kadına dönmüştü Nevin Yıldırım, eğdi başını. “Cinnet geçiren”, “haksız tahrik altında kalan”, “hakarete uğrayan” erkekler gibi değildi hali.
Adalet üzerine büyük sözler edenlerin, adaleti sağlamak için bir yol bulmaları gerekir.
O yollar sadece birileri için açık olduğunda ise her zulmün sonu bir kan hikâyesidir.
Bu hikâye, yolu hiç olmayanlardan Nevin Yıldırım’ın hikâyesidir.
***
29 Ağustos 2012’de Isparta Yalvaç Korukaya köyündeki kahvehanenin önüne Nevin Yıldırım kanlı bir çuvalla geldi.
Çuvalı atıp meydanın ortasına, “İşte namusuma uzananın kellesi” dedi.
Bütün öğretmenler gibi bazen günaşırı tıraş oluyor, bazen kot giyiyor, bazen kravat takmıyor ama öğrencilerini hep seviyor... Katillerin cezasının kravatla indirildiği bir ülkede, elbette bir matematik öğretmeninin kravat takması mühimdi... Dünyanın güzel dönmesine sebep kalp kırığı insanlardan biriydi, kalbine yenildi...Geride bırakıp daha da çirkin dönen, kravatlı, tıraşlı ve aşırı mühim bir dünyanın düzenini, yeryüzünden bir Halil Serkan Öz geçti...
Yaşamı boyunca Kemalpaşa’dan Bursa’ya giden, her koltuğu ayrı neşeli otobüste tuttuğu o elin sıcaklığını aradı.
Hiç bulamadığı o sıcaklığın arayışında yaşayıp giderken, büyük bir devlet geleneğinin büyük soğukluğuna rastladı.
***
1972’de doğdu Halil Serkan Öz.
Kütahya’da babasının çalıştığı Etibank’ın bahçesinde oynadı.
Tayin çıkınca Bursa Mustafakemalpaşa.
Aday listeleri belirlendi.
Her zaman genel başkanların ofis ışıklarının son gün sabaha kadar yandığı haberleriyle biten uzun bir sürecin en sonunda şanslı 550 vekil Meclis’e girecek.
Ve gözüken o ki ilk günden itibaren yeniden “temsiliyet” sorununu tartışmak durumunda kalacağız.
Üstelik, temsiliyet bağlamında tartışacağımız tek konu HDP odaklı baraj sorunu olmayacak.
Temsiliyet konusunda ikinci ana başlık toplumun yüzde 50’sini oluşturan kadınların temsiliyeti, “ötekilerin”, azınlıkların, LGBTİ adayların, Alevilerin, Romanların temsiliyeti sorunsalı.
Bütün partilerin büyük önem verdiğini söylediği kadın temsiliyeti sorununa ayrı bir parantez açmakta fayda var.