Eski hikâye, büyük ‘Fırtına’

5 Nisan 2015

Bugün öyle kolayca üzerinden geçilen bir çağrı, bir sözleşme, bir yürüyüş varsa, darbenin o zorlu yıllarında o hep en öndeydi. Gözaltına alındı, dayak yedi, evi bombalandı, işkenceleri de gördü ama hiç vazgeçmedi.Eski bir hikâye bu. Zalimlik de unutulmuyor, zalimler de... Korkma; iyilik de gölgen de büyük gülüşler de duruyor kalplerde “Leman Teyze...”

Didar Şensoy’u bilir misiniz?
Daha birkaç gün önce yaşamını yitiren Leman Fırtına’nın büyükçe bir resmini, özlediği çok eski dostunun hemen yanına yerleştiriniz.
Bugün iki cümleyi fazladan edebildiyseniz, “Didar Abla” ve “Leman Teyze” ile yoldaşları kadınların mücadelesiyle edebildiniz.
Sanmayın ki bir haziranda başladı.
Bu hikâye, eski hikâye.
Kocaman günler, aylar, büyük büyük eylüller var gerisinde.

Yazının Devamı

Geriye kalanlar

29 Mart 2015

... Kurşuna dizilen, aslında bilinmese de periyodik olarak öldürülen katırların hastalığa, geçime, okula gitmeye, ev taşımaya yani yaşamın dört bir yanına yoldaş olduğu o coğrafyada, kadınlar, oturup yaşadıklarını yazdı...Bütün kadınların bütün hikâyelerinde, “katırlar” da vardı. Çünkü şanslı doğmayan ama sadece yaşamak isteyenlerin topraklarında, şanssız hayvanlar yoldaşlarıydı...

Dünyaya hak ettiğinden bin kat şanslı gelen canlılar vardır.
Onlar, doğuştan gelen özelliklerinden öyle memnun, bu nedenle yargılanmaz ve dışlanmaz, herhangi bir hakka sahip olmak için çabalamaz ve onlar herhangi bir şeye ulaşmak için fazla uğraşmayanlardır.
En büyük maceraları giriştikleri ilk iştir misal, kötü söz işitmek başlarına gelen en büyük felaket.
Ve bölüştüklerinde azalacağına inanıyorlarsa ayrıcalıklı hallerini, bölüşmek, ihanetle eş anlamlıdır.
Şanslı doğduğunu bilip de o şansın herkes tarafından paylaşılmasını isteyenler de aralarında yer bulmamalıdır.

Yazının Devamı

Üç kibrit çöpü

22 Mart 2015

İşte öyle “sinsiydi” ki bahar, girebiliyordu insanlığın unutulduğu bir cezaevinin bütün hücrelerine bile. Daha Nevroz o zamanlar hükümetlerce “millileştirilmemiş”, kocaman bir bahar ve destanlar, devletin dilinde “teröristlikle” eşdeğerdi. Mazlum Doğan, yaşamına son vermek için seçmişti o geceyi.

Diyarbakır Cezaevi’ne “bahar” gelse ne olacak, ama gelmişti işte.
Darbenin hemen sonrasında cezaevi bütünüyle laboratuvara dönüştürülmüştü ama yine de 21 Mart geldiğinde coşku vardı cezaevinde.
Kiminde, “görüşmecim yeşil soğan göndermiş” mutluluğu, kiminde, “zalim Dehak’ın zulmünün nasıl yerle bir edildiğini” anımsama gururu.
İşte öyle “sinsiydi” ki bahar, girebiliyordu insanlığın unutulduğu bir cezaevinin bütün hücrelerine bile.
Sonradan anlayacaklardı ki mahpuslar, büyük bir kış son bulmuştu Diyarbakır Cezaevi’nde, 1982’de.

Yazının Devamı

Bir çocuktan ‘idamlık’ yaratmak

15 Mart 2015

“Yatağını balkonun önüne sererdi hep cezaevinden çıktıktan sonra. Yeniden polis gelirse atlamak içinmiş. Hava ne kadar da soğuktu Hakkâri’de o zamanlar oysa”
Babası Diyarbakır Cezaevi’nin zulmündeyken büyümüş bir çocuk nasıl bakar dünyaya?
Hele ki Hakkâri’de.
Hele ki her ay çalınıyorsa kapıları polis tarafından.
Hele ki erkenden çocuk olmayı unutmuşsa.
* * *
Erken büyüyen çocuklardandı Serhat Tuğan.

Yazının Devamı

İki ana, bir bahar

8 Mart 2015

Öldüklerinde, “Evladına kavuştu” ya da “Evladına kavuşamadan öldü” diye haberleştirilen sadece yeri ve zamanı geldiğinde anımsanan ve güzel baharlarda mutlaka unutulan kadınlar vardır

Bahar geliyor ya şimdi, çiçekler sardığında dalları, içindeki büyük bir kışı sallayıp bir yana atacaksın.
Cemreler düştü ya eksiksiz, şimdi, ısıran bir bahar güneşini sırtında taşıyacaksın.
Umutsuzluğu devirip bir yana, gözlerini kamaştıra kamaştıra, yarına bakacaksın.
Üşümeyeceğin bir günün sıcaklığını duyup da kalbinde sokaklara atacaksın kendini.
Kirazlar, yeşil bir tomurcuk verdiğinde, kaç kez daha kiraz tomurcuklarını görebileceğini düşünmeden yaşayacaksın.
İşte o vakit unutma; o güneşin altında kalpleri hiçbir zaman umutla dolamayan anneler vardır.

Yazının Devamı

Kartopu ve düş ülkesi

1 Mart 2015

Günlerden bir gün, zamanlardan bir zaman düş ülkesinden dünyaya kar yağdı.
Düş ülkesinden dünyaya gönderilmiş insanlar mutluydu, özlemişlerdi karı.
Kar, dünyadaki kirleri örterken yavaşça, düş ülkesi ile dünyanın, dünya ile insanın, insan ile insanların arasında nefretle düşmüş bir çığ vardı.
Birileri seslerini yükseltmiş, bağırmış, görünmez büyük uçurumlar açmışlardı.
Uçurumun bir kenarındakiler, "Bir arada yaşayalım" diye karşıdan bağıranlardan nefret ediyorlardı.
Onlar "ahlaksızdı, değerleri yoktu, her musibet onlardan gelirdi, iffetsizlik, namussuzluk diz boyuydu".
"Saçmalamayın" diyordu diğerleri, "yaşayabiliriz işte bugüne kadar hiç ezberlemediğimiz gibi".

Yazının Devamı

Bin bir surat

22 Şubat 2015

Güçleri kolayca yettiği için kadınları, çocukları dövenler, yerde yatanları kolayca tekmeleyenler, saklandıklarında gerçekten gözükmeyenler, kalabalığa ses verdiğinde gerçekten iyi gözükenler oradaydı...

Birkaçı daha birkaç gün önce bir kadını kıyafeti nedeniyle taciz etmiş, birkaçı kızının bir başka şehre gitmesini yasaklamış, birkaçı karısının çalışmasına engel olmuş, birkaçı mutlaka bir bakireyle evlenilmesini öğütlemiş, birkaçı parayla birlikte olmayı ilişki saymış, birkaçı sevgilisinin alkol almasını küçümsemiş, birkaçı eşcinselliği hastalık saymış daha küçükken zehrin bütünüyle zerk edildiği tüm erkekler...

Duruşma salonunda iğne atsan düşebileceği yer yoktu. Genç bir kadının vahşice öldürülmesinin ardından orada, bir arada, güçlü, öfkeli ve tepkili olmak ne kadar da güzeldi.
Acı, şimdi anlamlı bir hal alıyor, şiddetin baş döndüren gücünden beslenenlere böyle topluca tepki koymak şimdi acıların biraz olsun azalmasını sağlıyordu.
Ailenin yanındaydı herkes.
Amasız, fakatsız, “bütünüyle” haksız bir cinayet.
Yüreklerin dayanmadığı, dayanabilen yüreklerin kolayca suçlanabileceği, herkesin duruşmadan sonra vicdanının bir kısmını rahatça temizleyebileceği, iyi

Yazının Devamı

Makul şüphe ve mekap

15 Şubat 2015

Yılmaz ve Mehmet, o gün, yani Nisan 17'sinde 99'un, maç izledikleri kahveden çıktılar. Büfeden sigara alıp, okulun arka tarafından evlerine geçeceklerdi ki önlerini kesmemesi için sürekli dua ettikleri akrep aracı geldi. İki genç, okul duvarının dibindeydi.Akrepten inenleri bekliyorlardı ki ateş edildi. Liseli Yılmaz hemen orada can verdi. Yeğeni üzerine düşen Mehmet, ayağında merminin sıcaklığı, kaçmaya yeltendi. Kaçamayacağının bile farkında değildi, merminin sıcaklığını bu kez sırtında hissetti...

Mekapların en makul şüpheli olduğu coğrafyada, gecenin bir yarısında, mekapların sahibi olmadığı anlaşılan "kişiler" geziniyordu iki genç cesedin yanında.
Bingöl'de 2 Şubat'ta yapılan duruşmada o kişilerin neden gezdiklerini şöyle anlattı tanık:
“Yerlikaya köyünde teröristlerle girilen çatışma sonrasında bir kısım silah ve bombalar ele geçirilmişti. Daha sonra gerektiğinde gayri resmi kullanılmak üzere Bingöl Özel Harekât Şube Müdürlüğü deposuna konuldu. Bir kısmı da Jandarma'ya teslim edildi. Olay tarihinde iki vatandaşın terörist sanılarak öldürülmesi sonrasında çatışma süsü verilmek üzere bahsettiğim depodan bir adet keleş diye tabir edilen silah ile iki adet Rus yapımı

Yazının Devamı