Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

... Biliniyor da zaten, alt alta konulup okununca daha anlamlı oluyor Grammeşin’in nasıl gittiği.
Kadın arkadaşları, kendilerine ait gördükleri kadınlardan başka her kadına istediği gibi davranabileceğini düşünen güruh tarafından taciz edildiğinde, tacize engel olabilmekti tek dileği.
Sonra, eli kirlenmiş esnaf ve arkadaşlarının tek başına yere düşmüş bir genci “övünürken geri kalmamak” için linç etmesi...
... Şimdi duruşmalar başlayacak... Şüphesiz ki o duruşmalarda asıl yargılananlar onlar olmayacak.
Öldürülen kadınlar, öldürülen çocuklar gibi, öldürenin değil, öldürülenin ne yaptığı tartışılacak.
Ve öldürülmüş de olsalar, şüphesiz ki öldürülen mutlaka bir şey yapmış olacak...

Haberin Devamı


Adaletsizlik veya adalet, “başımıza gelmesi”, “başkasının başına gelmesi” ile bitip başlamıyor.
İşte bu yüzden bazı insanlar ağaçların tomurcuklanmasını, çiçek açtığında kar yağmamasını, kar yağdığında birilerinin sokakta kalmamasını önemsiyor, sokakta kaldığında o gün doymasını değil, hiç aç kalmayacakları bir yaşama kavuşmasını istiyor.
Bazı insanların kederleri, bir sokak kedisinin suya ulaşma hakkından başlayıp, bir suyun akabilme hakkına kadar bu yüzden uzanıyor.
Bir damla adaletle neşelenmek kederi silip atıyor, keder bu yüzden karanlığa değil o insanların yüreğinde aydınlığa çıkıyor.
***
O insanlardan, öğretmen Bahadır Grammeşin, birkaç hafta kadar önce Kadıköy’deki o sokak arasında ölmeden birkaç evvel şu mesajla başlıyordu güne:
“Yaptığınız işte emeğinizin karşılığını alamıyor olabilirsiniz, hatta sabah uyandığınızda gün aymamış, kasvetli bi orta Avrupa sanat filmi dekoru gibi bi gökyüzü de çıkmış olabilir karşınıza, yine de yapabileceğimiz şeyler var... Günaydın. Bi de, arkadaşlar iyidir...”
“Yine de yapabileceği şeyleri” elinden almadan hemen önce Zeki Alasya bütün gülüşlerimizi alarak gittiğinde, hüzünlendi şu cümlelerle:
“İlk sahne deneyimimdi, bu parodinin de yer aldığı kolaj bir oyun, çocukluğumun en güzel hatıralarından... Hatıralarımın kaynağı, çocukluğumun kasetlerden dinlediğim efsane ikilisinden birisi yalnız kalmış bu dünyada. Çocukluğum yalnız kalmış gibi hissettim...”
Arkadaş Zekai Özger paylaşmış sonra, Edip Cansever, “Ahmed Arif iyi ki iyi ki doğdu” demiş, erkenden göçen bir arkadaşından kalma Cemal Süreya kitabını “Emanet ama bak...” diye diye bir öğrencisine vermiş.
Nasıl emekle birikmiş de onca güzel şey nasıl kirli ellerle, bir anda, iki saniyede, korkuyla ve anlamadan gidivermiş.
***
Biliniyor da zaten, alt alta konulup okununca daha anlamlı oluyor Grammeşin’in nasıl gittiği.
Kadın arkadaşları, kendilerine ait gördükleri kadınlardan başka her kadına istediği gibi davranabileceğini düşünen güruh tarafından taciz edildiğinde, tacize engel olabilmekti tek dileği.
Sonra, eli kirlenmiş esnaf ve arkadaşlarının tek başına yere düşmüş bir genci “övünürken geri kalmamak” için linç etmesi.
“Muştayla birkaç kere vurdum” diyor misal onlardan biri. Biri “İki tokat attım”, diğeri “Kasayla vurdum sadece”, diğeri “İki tekme salladım”, bir diğeri “Yumruk attım.”
“Galeyana geldim” diyor biri, bir diğeri “seslere koştuğunu”, biri “arkadaşlarına yardım ettiğini.”
Arkadaşlar iyidir değil mi, hep mi peki?
***
Görüntüleri de var; Bahadır Grammeşin’i o gece arkasından koşup, yere indirip, linç ediyorlar.
Sonra babasının tabutu başında ayağa kalkamadan öylece manasız bakan görüntüsü de var.
Sonra arkadaşlarının inadına gülme çabasındayken, gözyaşlarını alıp bir kenara atma çabasının görüntüleri de.
Sonra, “o güzel” esnaf ve çalışanlarının adliyeye çıkarılma ve 12’sinden 8’inin mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakılma görüntüleri.
Ve bu ülkede, sokak ortasında 50 yerinden bıçaklanan kadının görüntüsü de var.
Evinde 60 yerinden bıçaklanan kadının, tacize karşı bağır bağır sesini duyuramayan, onlarca pis gülüşün arasında kaybolan kadının, o kadınları bıçaklayan, öldüren, taciz edenlerin “tahrik olduklarını” söyleyen mahkemelerin görüntüleri de var.
Galeyana hemen gelen, hemen tahrik olan, milli ve manevi duyguları hemen kabaran, hemen kabardığında cezai sorumsuzluğuna sahip olanların sahibi olduğu hukuk.
Her daim sırtı sıvazlanan, o saldırdığında “karşıt görüşlüler arasında gerilim” olan, ona olmaz ya birisi bir fiske vursa “müebbetle yargılanacağı”, palanın, muştanın, bıçağın onlar için serbest bırakıldığı, onların sahibi olduğu bir adalet sistemi.
***
Şimdi duruşmalar başlayacak, bir adamı linç ederek öldürenlerin pek azı sanık ve onlar şüphesiz nasıl tahrik edildiklerini anlatacak.
Şüphesiz ki o duruşmalarda asıl yargılananlar onlar olmayacak.
Öldürülen kadınlar, öldürülen çocuklar gibi, öldürenin değil, öldürülenin ne yaptığı tartışılacak.
Ve öldürülmüş de olsalar, şüphesiz ki öldürülen mutlaka bir şey yapmış olacak.
Can Yücel’den alıp, “Yalnızlığım benim, çoğul türkülerim” diye yazmış duvarına sadece son mesajında.
Buralar hoşgörü diyarı, sevgi toprağı, insan yatağıydı değil mi?
Keşke sonraki dizeyi de yazsaymış...
“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi...”