Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Biri, bulduğu her yere camları açılamayan binalar yapmayı hayal ederken, diğeri, uzun ve yalnız gecelerde yıldızlara bakıp kardeşini bulmayı düşlemişti. Kamp Armen, buluşturmuştu kardeşleri...
...O yersiz çocuklar dillerini, Türkçeyi, dersleri, emeği ve kardeşliği o kampta öğrendi. 7 kez el değiştirse de değişmedi Kamp Armen’in incelikleri... Bir bölümü yıkıldı şimdi kampın, kalan bölümü satın alınmaz ya da kamulaştırılmazsa yıkılacak...

Beton da dikilse bütün maviliklerin orta yerine erguvanlar yine de açıyor İstanbul’da her baharda.
Bir tohum toprağına sıkı sıkıya tutunmuşsa, ne yapsanız da köklerini bırakmıyor zira.
***
Garabet Orunöz, birkaç yıl önce anlatıyordu Kamp Armen’i nasıl görmek istediğini:
“Ben isterim ki orada yedi bölgeden çocuklar olsun. Süryani, Ermeni, Kürt, Türk, Laz çocuklar birbirleriyle tanışsın. Trakyalı bir çocuk Ermeni bir çocukla, Akdenizli bir çocuk, Doğuluyla oynasın.”
Bu önerinin alternatifi ise birkaç yıl sonra terk edilecek hilkat garibesi villalar yapmaktı.
Elbette ki öneriler farklılaşacaktı.
Biri, bulduğu her yere camları açılamayan binalar yapmayı hayal ederken, diğeri, uzun ve yalnız gecelerde yıldızlara bakıp kardeşini bulmayı düşlemişti.
Kamp Armen, buluşturmuştu kardeşleri.
Orunöz, şöyle anlatmıştı kardeşiyle buluşma hikâyesini:
“Bir kız kardeşim vardı ve annemiz öldüğünde 3.5 aylık bebek iken evlatlık verilmişti. Bu kardeşimi aramak için tahsilimi yarım bırakıp yurtdışından döndüm... Bir cumartesi günü, yine kampın talebelerinden Nişan Özdemir ile birlikte kampımızı ziyarete gittik... Hrant Dink’in babası Sarkis amca beni yanına çağırdı ve, “Senin bir kız kardeşin vardı...” dedi. ‘Nerede’ diye sorduğumda, çenemden kavrayıp ağzımı da kapatarak kampın üst katındaki kızları gösterdiğinde, çığlık atamadım, kız kardeşimi de tanımıştım yaklaşık 30 metre uzaklıktan. Herkes işin gerçeğini öğrenmiş, kız kardeşim Filor bihaberdi. Kızlar üst katta erkekler alt katta cama yapışmış tanışma anımızı izlerken, birbirimize koşmamız ve salya-sümük ağlamamıza Hrant Dink abimiz de sessizce başımızda bekleyerek, şahitlik ediyordu.”
***
Kardeşleri buluşturan, bir başına çocukları “kardeşim” dediği dostlarıyla tanıştıran Kamp Armen’in kuruluşu da kimsesizlikten.
Bir başına kalmış Ermeni çocuklar için Gedikpaşa’da bir apartman kiralandı.
Hrant Güzelyan, o dönemde, Anadolu’da kapı kapı gezerek, kimsesiz çocukları, dilini öğrenemeyenleri yetimhanede topladı.
Zamanla, Gedikpaşa yetmez hale geldi.
Güzelyan’ın aklına kamp fikri geldi.
Kimsesi olmayan çocuklara ev olacak, Anadolu’nun dört yanına dağılmış, kimi kimsesiz, kimi darda Ermeni çocuklara gelecek kuracak bir yaz kampı.
Güzelyan, gerekli izinleri aldı ve Tuzla’da 8 bin 500 metrekare arsaya parasını ödeyip, temeli attı.
O kıraç arazinin ameleleri ise orayı bir düş ülkesine dönüştüren çocuklar olacaktı.
Su bulundu, ağaçlar dikildi, binalar yavaş yavaş inşa edildi.
Bir vahaya dönüşmüştü kıraç arazi.
İsmine Kamp Armen denildi.
Dışarıda bilinen adı ise Tuzla Ermeni Yetimhanesi’ydi.
Çocukların dilleri de alışkanlıkları da birbirleriyle oyun oynayana kadar sürer.
O yersiz çocuklar dillerini, Türkçeyi, dersleri, emeği ve kardeşliği o kampta öğrendi.
***
1962’de alınan arazi, yüzlerce çocuğun gelecek kurmasını sağladı.
Ama darbe yaklaşıyordu ve her şeyin üç günde unutulduğu Türkiye’de her ne gelişme olursa olsun belli başlıklar asla rafa kaldırılmazdı.
1979’da yıllar önce verilmiş Yargıtay kararına dayanarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü, tapunun iptalini istedi. Mücadele 4 yılı aşkın süre devam etti.
Sürpriz olmadı, arazi ilk sahibine iade edilmeliydi.
Darbe yönetimi kampın kurucusu Güzelyan’ı, “düşman” olarak işaretlemişti.
Daha önce vurulan, tehdit edilen Güzelyan, gözaltına alınıp işkencelerden geçirildi.
Sattığı kıraç toprağı, bir cennet halinde ve hiçbir bedel ödemeden geri aldı ilk sahibi.
Çocuk kahkahalarının bıraktığı ruh ve özlem dolu hüznü ise elbette geri verilemezdi.
Bu yüzden, 7 kez el değiştirse de değişmedi Kamp Armen’in incelikleri.
***
Bir bölümü yıkıldı şimdi kampın, kalan bölümü satın alınmaz ya da kamulaştırılmazsa yıkılacak.
“Makul süre elbette beklerim, bu kadar bekledim” diyor son sahibi.
Öyle büyük sloganlara, öfkeli bakışlara, büyük mücadelelere bile gerek yok.
Hak ve adalet net biçimde diyor ki; devlet, aldıklarını geri vermeli.
Zira ne kadar söküp atmaya kalksanız da toprağın altından çekip alamıyorsunuz erguvan köklerini.