Bütün öğretmenler gibi bazen günaşırı tıraş oluyor, bazen kot giyiyor, bazen kravat takmıyor ama öğrencilerini hep seviyor... Katillerin cezasının kravatla indirildiği bir ülkede, elbette bir matematik öğretmeninin kravat takması mühimdi... Dünyanın güzel dönmesine sebep kalp kırığı insanlardan biriydi, kalbine yenildi...
Geride bırakıp daha da çirkin dönen, kravatlı, tıraşlı ve aşırı mühim bir dünyanın düzenini, yeryüzünden bir Halil Serkan Öz geçti...
Yaşamı boyunca Kemalpaşa’dan Bursa’ya giden, her koltuğu ayrı neşeli otobüste tuttuğu o elin sıcaklığını aradı.
Hiç bulamadığı o sıcaklığın arayışında yaşayıp giderken, büyük bir devlet geleneğinin büyük soğukluğuna rastladı.
***
1972’de doğdu Halil Serkan Öz.
Kütahya’da babasının çalıştığı Etibank’ın bahçesinde oynadı.
Tayin çıkınca Bursa Mustafakemalpaşa.
Etibank lojmanlarında kasaba sıkıntısı biraz daha azdı.
Babasının eline tutuşturduğu kitaplara da burada sevdalandı, hep sığınağı olacak matematikle tanıştı.
Kasaba çekingenliği üzerine bulaşmamıştı.
Herkes kızlara nasıl “merhaba” diyeceğini günlerce düşünürken, o sevdalısına kalbini çoktan açmıştı.
Lise sondaydı, niyeti kasabanın dışındaki dünyalarda boğulmaktı.
Kasabada dershane yoktu.
Her hafta sonu, arkadaşlarıyla kiraladıkları otobüsle cumartesi sabah 80 kilometre yol gidip Bursa’ya ulaşıyorlar, akşam geri dönüp, pazar bir kez daha aynı yolu yapıyorlardı.
Belliydi hep Halil Serkan Öz’ün yol arkadaşı.
Sevdalandığı kızın elini tutabildiği o güzelim yol, bir daha bulunamayacak kadar sıcak, hiç unutulmayacak kadar gerçek bir rüyaydı.
O yılın sonunda üniversiteyi kazandı.
Eskişehir’e matematik okumaya giderken tuttuğu o elin sahibiyle yolları ayrıldı.
Matematikle geçecek bir yaşamdı hayali.
Bitirir bitirmez okulu, askere gitti, Tunceli’ye komando asteğmen olarak yollandı.
En büyük sevgisizliklerle burada tanıştı.
İnsanların öldüğü ya da öldürüldüğü bir oyunun ortasında, “komutan” sıfatıyla emirler vermek zorundaydı.
Döndüğünde artık biraz başkasıydı.
En yakınlarına kâbuslarını anlatmaya başladı.
Düştüğü kuyudan nasıl çıkacağını, öğretmen atandığı Yozgat Sorgun’daki ahırdan bozma lojmanda sabahlara kadar aradı.
Ve o otobüsü, ışıl ışıl bakan gözleri, o otobüste söylediği şarkıları anımsadı.
***
Yol belliydi; müzik, kitap ve matematik.
Önce Bolu Fen Lisesi’ne, oradan, ailesinin de taşındığı Yalova Fen Lisesi’ne atandı.
Eskisi gibi neşeliydi.
Her ay ucuz biletleri kovaladı, çantasını atıp sırtına, bilmediği ülkere yollandı.
İspanya’yı gezdi, Hollanda’yı, büyük ve ışıltılı kentleri, çok sevdiği Proust’un mezarını ziyaret etti, sıraya koyduğu Hindistan’a da gidecekti.
Arkadaşlarına anlattı bir gece keman sesinin nasıl ciğerine işlediğini.
“Sadece çalmak değil, ben keman yapmak istiyorum” dedi, İstanbul’a konservatuvara gidip kitapları edindi.
Matematik, kolay çözdürüyordu problemleri, bir ay sonra ilk üretimi elindeydi.
“İyi olmamış” diyerek parçalayana kadar, keman çalmayı da o kemanla öğrenmişti.
Sonra yenisini yapıp en yakınındaki çocuklara verdi, sonra Roman arkadaşlarına, sonra öğrencilerine.
Matematik öğrettikçe mutlu oluyor, arkadaşı Roman klarnetçinin çağırdığı köy düğünlerine gidip keman çalıyor, bazen üstatların yanında sanat müziği söylüyor, bazen son yürüyüşünü yaptığı o caddenin sonundaki evine doğru yürüyor ama içi uzun zamandır hiç olmadığı kadar dolu yaşıyordu.
***
Yalova’daki tüm eğiticiler Halil Serkan Öz’ü iyi tanıyordu.
Hemen bütün öğretmenler gibi bazen günaşırı tıraş oluyor, bazen kot giyiyor, bazen gömleğini içine sokmuyor, bazen kravat takmıyor ama öğrencilerini hep seviyor ve onlara hep iyi ders anlatıyordu.
Matematikçiydi ama edebiyattan konuşuyor, okuma listeleri veriyor, sorunlarını dinliyor, bir çocuk güldüğünde ancak dünyanın gülebileceğini biliyordu.
O sınıfın kapısı hışımla açılana kadar Halil Serkan Öz böyle yaşadı.
Önce “Bu ne kılık”, “Git sakalını kes” sesleri yankılandı, sonra “dilenci” haykırışları.
Her kelimede omzu çöktü, kalbi biraz yıkıldı.
Öyle panikledi ki kantinden jilet almak yerine evine koşup tıraş olup çıktı valinin “huzuruna.”
Elbette ki öğretmene saygıyı kahramanlık destanlarından öğrenen ve saygının öyle kendiliğinden oluşmadığını bilmeyen, “makama saygı” kavramlarının üzerinde debelenen, birlikte çalışmayı, kölelik ve efendilikten müteşekkil görenler için kalp acısını anlamak mümkün değildi.
“Yola getirmenin” huzurundaki vali, Fen Lisesi’ni böyle terk etti.
Kimse yola gelmemiş olacak ki hakaretleri protesto için yürüyüş tertiplendi.
O yürüyüşte kendini anımsattı kalbi.
Bilmediği kalp rahatsızlığı, bir kalp kırığında kendini göstermişti.
İki kez durdu, yeniden çalıştı, sanki her bir cümle için ayrıca duruyormuş gibi.
Üçüncü kez durduğunda o çok sevdiği Bursa yolunda ambulanstaydı, bir daha geri gelmedi.
***
Cinayet işleyenlerin cezasının kravatla indirildiği bir ülkede, elbette matematikle yatıp kalkan bir matematik öğretmeninin kravat takması mühimdi.
Boyunbağı medeniyetti, ezberlenmiş bir hikmet, bir kültürel alamet, tersi ise sefil bir garabet.
Ve elbette böyle bir düzende, her zaman ezberlerle, “hürmet edip, hürmet görenler” problem çözenlerden ilerideydi.
Kalp kırığını bilmeyenler, içine düşemezdi.
Dünyanın güzel dönmesine sebep kalp kırığı insanlardan biriydi, kalbine yenildi.
Geride bırakıp daha da çirkin dönen, kravatlı, tıraşlı ve aşırı mühim bir dünyanın düzenini, yeryüzünden bir Halil Serkan Öz geçti.