... Işıklarda mendil satan, otobüsün sıcaklığıyla ısınmaya çalışan, cam silen, pazar yerlerinde meyve dilenen Suriyelilerin açlıkla mücadelesi, halkın belli bir kesimini rahatsız ediyordu.
Görüntü kirliliği de bazı duyarlı gözükenlere göre mühimdi, geçtiği yerler şarkılardan ibaret değilse, savaş kaçkınlarıyla dolu bütün bu cadde ve sokaklardan geçmelerini beklemek ne de büyük bir cehaletti...
2 Ekim 1993’teki o gecenin ardından Vartinis’te evlerinde yakılarak öldürülen Öğüt ailesi için ‘ama’ların, büyük sözlerin, kısık sesli özürlerin anlamı kalmadı. Vartinis’teki ateş, tutanaklarda sessiz sakin duruyordu. Anlatanlar ise hâlâ o geceyi yaşıyordu. Operasyon başlamış, Ögüt ailesinin evinde uyanan bir çocuk, cama çıktığında zafer işareti yapmak gibi bir büyük suçta bulunmuştu. ‘Ama’lar orada başlamıştı
Muş’un Altınova (Vartinis) köyünde 22 yıl önce Öğüt ailesinin 9 ferdi yakılarak öldürülmüştü. 20 yıl sonra başlayan yargılama hâlâ sonlanmadı.
Bazı memleketlerde sadece aşkla anılan aylar, bu memlekette katliamların ve acının tarihidir.
Bu nedenledir belki de; özgürlük ve sevda türküleri yerini kahramanlık masallarına, genç ölümlerin uğurlanmalarına, ihanetle başlayan uzun cümlelere hemen bırakabilir.
Daha birkaç gün önce can kulağıyla dinlenen mağdurların adı “Hak etmiştir” artık, daha birkaç gün önce “Çok zulüm gördüler” denilenlerin adı “Yapmasaydılar.”
Bütün bir evreni ele geçirmiş ezberin krallığı yeniden başladığında, gözyaşları bir köşeye sinmiş, görenlerin gözleri de körleştirilmiştir.
İşte gelmekte olan eylül, o ezberlerin birincisidir.
* * *
“10 yıl yattım ben cezaevinde. 1981 Ocak’tan 1991’e kadar. 8 yıl Diyarbakır Cezaevi’ndeydim. Cezaevine girdiğimde 19 yaşındaydım. Gözaltına alındık, 2.5 aylık bir süreden sonra cezaevine getirildik. 2.5 ay sonra Diyarbakır’a gittik. İlk Diyarbakır’a getirildiğimizde, erkeklerle birlikteydim. Onları dövüyorlardı. Tek kadın bendim. Beni içeriye götürdüler. Su istemeye yeltendim. 3 gün sonra hücrede gözümü açtım. Soyunmuşum, soymuşlar beni. Karşımda köpek Co. Üzerimde birkaç kâğıt. İstiklal Marşı, Andımız, birçok marş yazıyor, altında da ‘Bunlar ezberlenecek’
Ayağına dokunul- duğunda tepki veriyordu.
Bazen mucize dediğiniz, ayak parmağının 1 milimetre oynamasıdır sadece.
Başına saplanan şarapnel parçasından sonra “En iyi ihtimalle hiç yürüyemez” denilen bir çocuk için ne kadar da güzel bir haberdi öyle.
Yaşamanın en büyük mucizesinin yani yaşayabilmenin gerçekleşmesi için artık sadece göz kapaklarını açması bekleniyordu.
Açmadı.
Bir daha dokundular ayağına.
Artık parmakları hareket etmiyordu.
Bazı memleket-lerde, iklim, sıklıkla, mevsim normallerini alt üst edilerek değiştirilir.
İklimin neden ve nasıl değiştiğini iyi bilenler işte o zamanlarda, halka nasıl giyinmeleri gerektiğini bildirir.
Ne talimatları, ne iklimi, ne bildirimleri, ne mevsim normallerini hiçbir zaman önemsemeyip, bildiği gibi davrananlara ise “deli” denir.
Herkes bağırdığında susanlara, herkes sustuğunda bağıranlara, herkesin kafa salladığına itiraz edenlere, herkesin itiraz ettiğini durup bir dinleyenlere kolayca “terörist” ve “hain” denilebilmesi de bunun gibidir.
Cezaevleri, yok saymalar, gözaltılar ve ölümler, bu yüzden onlar için böyle kolayca zikredilir.
* * *
Yaşar Öztemel, Ankara’da, güvenlik güçlerinin pek de sevmediği, yapısının değiştirilmesi için özel çaba gösterilen Konur Sokak’ın “delisidir.”
Bir mitingi patlatmak için yola çıkan zanlı otelde bulunduğunda arama kayıtları yok edilir. Patlatılan çocukların taşıdığı oyuncaklara bile küfredilebilir. Zira oynaması yasaklanmış çocukların kaderi, büyüdüğünde de oyuncaklara küfretmektir. Bin yıldır işkence görürken, dayak yerken, ölürken, “kameraların kapalı olmasına” isyan edenler, kameralar kapalı diye ölüyken bile suçludur
O sürekli, “ötekiler” için uygulanan Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi var ya, hani, “halkı sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kim ve düşmanlığa alenen tahrik” maddesi.
İşte o madde, doğru uygulanabildiğinde barış toplumunun harcıdır.
Tıpkı TCK’daki “insanlığa karşı suç”, “işkence” maddeleri gibi.
Başına her türlü iş geldikten sonra “terörist” denilen, “Ne işleri vardı orada?” denilerek yeniden suçlu ilan edilen, sonra da kimliksiz olması gerekirken gayet belirgin kimliklere sahip devleti aşağıladıkları gerekçesiyle bu maddeden yargılanan insanların da öfkesinin nedenidir.
Maddelerin bütün metni, o insanların maruz kaldıklarını gösterir.
Başlarına neler geldiğini oradan okuyabilirsiniz ama sondaki “ceza” kısmı esasen gerçek
... Türkan, ne planın ismini, ne kendisi için ne planlandığını biliyordu... Gözlerini açtığında dünyaya, hevesle fotoğraf çektiren, şekerlemeler hazırlayıp, ismini zıbınlarının üstüne diktiren kimseler yoktu. İlk yürüdüğünde karşısında kalabalık ve karanlık koğuşlar buldu. Biraz daha büyüyüp de dünyayı algıladığında kendisi gibi doğmuş çocuklar. “Evlatlık” gidebilenler şanslı sayılırdı. Şans dediğin kelime ise doğdukları yaşamdan çok uzaktı....
Kadını öldürmenin “töre-namus”a bağlandığı ülkede, nesilden nesile aktarılan karanlık hafızada, feministler “çirkin”, Aleviler “din düşmanı”, solcular ve Kürtler “terörist”, Ermeniler de “hain” olarak görülür
LGBTİ bireylerin toplum içinde yaşadığı ayrımcılık ve uğradıkları kötü muamele, çeşitli gösterilerle protesto ediliyor.