Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

1 Mayıs 1977, solun büyük yürüyüşünün parmak ısırtan ışıltısıydı. Sol, köylerde, tarlalarda, fabrikalardaydı... İstanbul, o gün Taksim Meydanı’ydı... Sadece bir bayramı kutlamak için evinden çıkıp, geri dönemeyenler vardı. Ve mayıs, bazı coğrafyalarda daha kanlıydı...

Gözden çıkarılması olağan ve olmamaları tercih edilen insanlar vardır.
Bir istisna hukukla yok edilen, yokluklarının hesabının sorulması yasaklı.
Yasaklı meydanlar vardır o insanların çıkmak istediği ve çıktığı.
O meydanların bir tarihi, anlamı ve dili.
Bu yüzden iktidarlar değişse de değişmez devletin ezberi.
Ve özgürlük bazen, bir meydanın özgürleşmesine bağlıdır.
“Sabahın bir sahibi var”dır ve camdan, çerçeveden önce hesapları sorulması gereken

‘Sabahın bir sahibi var’
insanların hesapları.
1 Mayıs 1977, solun büyük yürüyüşünün parmak ısırtan ışıltısıydı.
Sol içi problemler, sokağı kriminalize etme çabaları bir yana, sol, köylerde, tarlalarda, fabrikalardaydı.
Belki bu yüzden, o gün öylesine güçlü gözüküyordu alanı süsleyen devasa işçinin kolları.
İstanbul, o gün Taksim Meydanı’ydı.
12 Eylül davası dosyasına giren MİT raporlarına göre, MİT’in bütün tedirginliği de bundandı.
DİSK’in 1 Mayıs’ın olaysız geçmesini istediği, olaysız geçmesi halinde DİSK’in kazacağının anlatıldığı raporda, 1976’da olduğu gibi 1977’de de bunun başarılabileceği anlatılmaktaydı.
Olaysız geçmedi.
Soldaki yapıların iç çekişmelerini bilenler için tarihi kalabalık, ürkütücü de olsa aynı zamanda büyük bir fırsattı.
Silahlar ateşlendi, panzerler alana girdi, polis ses bombalarını atmaya başladı, bütün hesaplar da solun üzerine yıkıldı.
Kazancı Yokuşu, yukarıdan aşağıya, boylu boyunca insan kanıydı.
Bayram kutlamak isteyen 34 kişinin bedeni, öyle upuzun, öyle ne olduğunu anlamamış, öyle nedensiz, yan yanaydı.
Hesabı hiçbir zaman sorulamadı.
Raporlara göre, memnundu devlet.
Örgütlerin olanlardan sorumlu tutulabileceği, DİSK’in kaybettiği, 1 Mayıs’ın bundan sonra Taksim’de kutlanması konusunda problemler çıkabileceği, kamuoyunun sola yönelik nefretinin toplandığı, gururlu ve yaldızlı cümlelerle anlatılmaktaydı.
Darbeyi, sıkılan o kurşunlar çağırdı.
Açık faşizm sokakları yıktı, ışıltılı bulvarları, kentleri ve yarınları.
***
‘Sabahın bir sahibi var’
Hiçbir şey yapamasalar da dünyanın dengesinin sağlanması için birileri yine o alanlarda halaylara durmalıydı.
Tek istedikleri Taksim’de bayramdı.
Darbe gereğini yapmış, işçilerin, emekçilerin sesini kısmış, sendikaları sarıya boyamış, alanları sahiplerine kapatmıştı.
1 Mayıs 1989’da bu ortamda yapıldı Taksim’e çıkma planları.
Bilindik çatışmalar sürüyordu ki tek el silah patladı.
Mehmet Akif Dalcı, ensesinden girip, alnından çıkan kurşunun acısıyla yere yığıldı.
Hâlâ hayattaydı.
Etrafı çevrildi, yarım saat yerde kaldı.
Ve sonra yerinden kalkamadı.
İşçiydi, henüz 18 yaşındaydı.
***
1 Mayıs 1996’da adres farklıydı.
Bu kez Kadıköy Meydanı’nda, 90’larda alışılmadık bir kalabalık, alışılmadık bir öfke, alışılmadık olaylar vardı.
Henüz alana girerken arama yapılıp yapılmayacağı itiş kakışı sürerken, ardı ardına silahlar patladı.
Düştü oracıkta gençler yere.
Hasan Albayrak, Yalçın Levent, Dursun Odabaş, can verdiler, binlerce kişinin gözleri önünde.
Üçü de işçiydi.
Ve elbette failleri belirsizdi.
Aynı gün gözaltına alınan Akın Rençber, emniyetten çıktığında gördüğü işkenceler nedeniyle bitkindi.
Eylem için geldiği İstanbul’dan Ankara’ya döndüğünde, gördüğünü söylediği işkencenin boyutuna arkadaşları bile inanmamıştı.
Ancak Rençber haklıydı.
Hastaneye gitti, bir daha çıkamadı.
Akciğerlerinde oluşan hasar, 18 yaşındaki bir işçinin daha canını aldı.
Ve elbette, yargı, onun da hesabını sormayacaktı.
Bütün ölümlerden sonra, “Ama şu örgütün militanıydı, aslında buradandı, aslında şunlara yardım ediyordu” açıklamaları yapıldı.
Doğru olsa bile 3-4 yıl hapsi gerektiren suçlar, ölümlere, yargısız infazlara, işkencelere, faili meçhullere gerekçe sayıldı.
Taş atmak alnından vurulmanın gerekçesiydi, bir meydana çıkmak silahlarla taranıp, başka ölülerin altında ölmenin.
Nasıl ki öldürmenin gerekçeleri değişmiyorsa, değişmiyordu yasaklar da.
Bazen trafikti nedeni, bazen eylemcilerin kazılmış çukurlara düşme riski, bazen kendi sıhhatleri.
Bitmiyordu, bitmiyor ve bitmeyecekti.
Meydanlar, önce doğrudan demokrasinin, sonra iktidarların yüzünü gösterdiği alanlardı.
Bu yüzden şenlikler de idamlar da insanlık tarihi boyunca oralarda yapıldı.
İnsanlık, bütün haklar gibi 1 Mayıs’ı da takvime, mücadeleyle kazıdı.
Sadece bir bayramı kutlamak için evinden çıkıp, geri dönemeyenler vardı.
Mayıs, bazı coğrafyalarda daha kanlıydı.
Ama çoğul bir ses bağırıyordu durmaksızın
Acılar da dertler de biterdi.
Ve, “Sabahın bir sahibi var”dı...