Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bazı memleket-lerde, iklim, sıklıkla, mevsim normallerini alt üst edilerek değiştirilir.
İklimin neden ve nasıl değiştiğini iyi bilenler işte o zamanlarda, halka nasıl giyinmeleri gerektiğini bildirir.
Ne talimatları, ne iklimi, ne bildirimleri, ne mevsim normallerini hiçbir zaman önemsemeyip, bildiği gibi davrananlara ise “deli” denir.
Herkes bağırdığında susanlara, herkes sustuğunda bağıranlara, herkesin kafa salladığına itiraz edenlere, herkesin itiraz ettiğini durup bir dinleyenlere kolayca “terörist” ve “hain” denilebilmesi de bunun gibidir.
Cezaevleri, yok saymalar, gözaltılar ve ölümler, bu yüzden onlar için böyle kolayca zikredilir.
* * *
Yaşar Öztemel, Ankara’da, güvenlik güçlerinin pek de sevmediği, yapısının değiştirilmesi için özel çaba gösterilen Konur Sokak’ın “delisidir.”
İnsan Hakları Anıtı’nın önündeki her açıklamada, sabah geçerken bir kaldırımın kenarında, öğlen bir başka pankartın altında, akşam eski dostlarının masalarında görülebilir.
Bazen çok ama çok öfkelidir, bazen çok sakin.
Bazen de söylediklerini anlamak için sözlük taramak, siyaset bilimi kitaplarını okumak gerekir.
12 Eylül öncesinde verdiği politik mücadelenin bedelini, işkence ile ödemiş, işkencede sustukları ve gördükleriyle “delirmiştir.”
Şizofreni tanısının konulmasından önceki avukatlığı, darbe öncesindeki mücadelesi hâlâ söylenir.
* * *
Suruç’ta, çocuklar canlarını oyuncakların yanında bıraktıktan hemen sonra Ankara’da da gözaltılar başladı.
“Şüpheli” olarak imlenenler bir yana, o gün, Konur Sokak’a başını uzatanlar da gözaltına alındı.
Ve zaten “eli serbest bırakılmış” polis tarafından yere yatırılarak, ters kelepçe takılarak alınanlar o kadar çoktu ki hiç göze batmadı, polisin de gayet iyi tanıdığı kırk yıllık şizofreni hastası.
Vücudundaki darp izlerini göstermek için yolda üstündekileri çıkartmaya çalıştı, “müdahale” edilirken kopartılan, uzun saçlarından geriye kalanları koydu poşete.
Ama bilmiyordu ki gözaltında olduğunu başta kimse anlamadı.
Zira baroya haber verilmedi, tanıdıkları aranmadı.
O izlerin Adli Tıp’ta konu edilip edilmediğini de bu yüzden gören olmadı.
Gözaltında tutuldu, savcılığa ve mahkemeye çıkartıldı.
Hem savcılık, hem mahkemeye, şizofreni hastası olduğunu kendisi anlattı.
Kanuna göre avukat atanması zorunluydu, şüphelinin kendisini savunamayacak durumda olmadığı, kararı bile anlamayabileceği kanunda yazılıydı ve zaten ortadaydı.
Ama yüksek sesli bir hamaset varken, kanun ne işe yarardı?
Savcılık tutuklamaya sevk etti, mahkeme şizofreni raporunu inceledi.
Ve şizofreni hastasının yüzüne, şizofreni hastası olduğu için yüksek güvenlikli kurumda tedavi altına alınmasına hükmedildiğini bildirdi.
Şizofreni hastasının kararı anlayıp anlamaması pek de mühim değildi.
Ayrı ayrı dosyaları önceden de vardı, birikmişti.
Polis de biliyordu şizofreniyi.
O dosyalar için de avukatı olmadan sorgulandı, neden taş attığını “direnme hakkı” ile açıkladı.
Kanuna göre, ceza verilemeyecek durumda olsa da bu memlekette “ama” ile başlayan cümleler her zamanki gibi en baştaydı. Hastalığına rağmen suçlamalar o güne kadar düşürülmemiş, polis de yakalama kararlarına rağmen Öztemel’e dokunmamıştı.
Ama şimdi iklim başkaydı.
Bakırköy’e zorla götürüldü Öztemel, götürülmeden önce diğer şüpheliler için getirilen avukatlara sadece “Ne zaman bırakırlar?” diye sorabildi.
Hastanede, hukuksuz tutuluyor şimdi.
Zaten itiraz üzerine hukuksuzluğu mahkeme de önceki gün tespit etti.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun gürültüde de uygulanması gerektiğini anımsayan bir hakim, Öztemel’in avukatsız sorgulanamayacağına, hakkında karar verilemeyeceğine hükmetti.
* * *
Tanpınar’ın firari hakikatleri ve esrarlı rüyaları gibi zaman şimdi.
Aklın uzun zaman yolculuklarına çıkmış firariliği.
Sonuç vermemesi ancak kalplerdeki bir vicdan kazısıyla sağlanabilecek bir akıl tutulması.
Kalplerin sürgüne gönderilip, “öznel aklın” tahta geçirildiği.