Tunceli’nin Başakçı köyünde bir anıt mezar var. İşte o mezarda yatan Ayten Öztürk, Anayasa Mahkemesi’nin “JİTEM araştırılsın” diye sunulan kararının ve üzeri kapatılan karanlık hikâyelerinin özetidir. Ve o karanlık hikâye sadece Ayten Öztürk’ün değil, fişlemenin, aile boyu mahkûm edilmenin, en görünür anda bile yok sayılmanın da hikâyesidir.
Anayasa Mahkemesi “JİTEM araştırılsın” kararı vermiş.
Hoş kararda da öyle yazmıyor ya, yine de işte, “Etkili soruşturma yürütülsün” denilerek kayda geçilmiş.
Keşke görüp de yüz çevirenleri, duyup da duymazdan gelenleri de kayda geçebilseydi.
Birazdan uyanacak, yüzünü yıkayacak, birazdan çay içecek, sokağa çıkacaksın.
Birazdan, daha dün karne almış çocukların seni aramaya başlayacak.
Büyüdüklerini göremeyeceksin.
Büyüyüp, üniversiteyi bitirip, evlenip, çocuklarıyla yine seni arayacaklar.
Eşin ağlayacak, çok ağlayacak.
Annen, ölmenin mi, bulunamamanın mı daha büyük bir kahır olduğunu düşüne düşüne, ölene kadar bir kemik kokusuna hasret kalacak.
Birazdan, hepsi birazdan, sen sokağa çıktıktan hemen sonra başlayacak.
Yargı kararıyla sabittir.
Muş’a bağlı Altınova beldesinde, yani yaşayanların diliyle Vartinis’te 3 Ekim 1993’te, gece 03.30’da bir ev yakıldı.
Evdekilerin herhangi bir suçla yakından ya da uzaktan ilgisi yoktu.
O evin içerisinde Mehmet Nasır Öğüt, eşi Eşref Oran, çocukları Sevim, Sevda, Aycan, Mehmet Şakir, Mehmet Şirin, Cihan ve Cinal, Eşref Oran’ın karnındaki bebek yanarak öldüler.
Geriye, anne ve babasının, kardeşlerinin yanarak ölmesini izlemek zorunda kalan Aysel Öğüt kaldı.
Basın açıklamasına göre ise dokuz terörist çatışmada öldürülmüştü.Beldeden dokuz kişi hakkında dava açıldı.
İyilik ve kötülüğün altındaki zemin kaygandır.
Bakmayın çok sübjektif yargılara, her iyi biraz kötü, her kötü biraz iyidir nasılsa.
Ama bazen, nedensiz bir kötülük, her mesafeden tanınabilen bir kötücüllük çıkar yola.
Ne deseler dinlemez, ne anlatsan umursamaz, saf, gözleri kör, temiz yanı kalmamış, karanlık bir kötülük.
Dikkatlice bakın etrafınıza.
Bahçedeki kiraz ağacının dallarına bakıp, o kiraz ağacına ilişkin son anımsadıklarını anlatıyordu.
Küçüktü, hazirandı.
Arkadaşlarıyla erik dallarına, çağla ağaçlarına tırmanmışlar, gözleri yan bahçedeki kirazda kalmıştı.
Kiraz ağacına kolay çıkılmaz, hele ki böyle yaşlısına.
Sahibine yakalanmadan birbirlerine destek ola ola tırmanmalıydı.
Daha bahçeye girerken yakalanmışlardı.
Şimdi o kiraz ağacının altında, bahçenin iyiden iyiye yaşlanmış sahibinin verdiği çayla, cezaevini, açlık grevini, operasyonu, yanı başında ölenleri, bedenine zorla serum bağlanmasını ve hafızasını dakika dakika kaybedişini değil, kirazı nasıl toplayamadıklarını anımsıyordu.
2009’da, “Çok acı var, dayanamıyorum” diyerek aramızdan ayrılmayı seçen Dicle Koğacıoğlu’ndan 7 yıl sonra, dünyanın hâlâ dönebilmesine sebep insanlardan biri daha gitti aramızdan.
Gönül Şahin de yüzümüze yüzümüze vurdu giderken:
“Oynayamadan ölen çocukların, işkenceyle yaşamı geçen hayvanların, dünyaya tahammül edemeyip gidenlerin varamadığı, olmayan yerde yok olmak tek isteğim.”
***
Arapça atasözünde belirtildiği gibi; unutmak, insana verilmiş bir nimettir.
Ama beklemeden eklerler:
Unutkanlık bazen hikmet, bazen de dalalet kapısına çıkar.
Yaşamı, Nazi Almanyası zulmü nedeniyle baştan sona değişen Hannah Arendt ise unutmayı, affedebilmekle çarpıştırır.
Betül Yüksel’in yaşı küçücüktü ama ölenleri bir daha göremeyeceğini anlamıştı. “Cennette bizi mutlu şekilde bekle babacım” diye yazdı mektubunda. “Senin yüzünü kara çıkarmayacağım” diye bitirdi. Oysa yüzleri kapkara ve soluksuz, ciğerleri karanlıkta kalmış madenciler, 2 yıl önce aynı gün, hayatlarına devam etmek istiyorlardı
Bakmayın süslü cümlelere; basittir esasen, ölenler geri gelmezler.
Çok üzülürsünüz, çok ağlarsınız, yaşatacak işaretler ve büyük cümleler ararsınız ama gelmezler.
Hayatınızın başka bir boyuta geçtiği o andan sonra her şey bambaşkadır artık.
Yokluk, öğrenilebilen değil, unutulan bir şeydir.
Yok olduğunu unutarak, olmadığını bilmezden gelerek yolunuza devam edersiniz.
Ve bir yerde aniden, durup dururken, hiç gereği yokken unutmayı unutup, ilk günkü acı ve dehşetle fark edersiniz.
Bu yazıda, bir haberde var olması gereken 5N1K’ye ilişkin bilgiler bilinçli olarak çarpıtıldı.
Bahsettiğimiz kadının, ki şimdilik T.S. diyelim, hayatta kalması için gerekli bu çarpıtma.
Lakin yaşadıkları ve hayatta kalma mücadelesi sonuna kadar doğru.
Bir kadının neredeyse sanat haline getirdiği, bu coğrafyada hayatta kalabilme yöntemleri sonuna kadar gerçek.
***
Boşanmadan önce de alabildiğine şiddet görüyordu ama ayrılmaya cesareti yoktu.
12 yıl önce bir gün, öldüresiye dövüldüğünde pijamalarla çıkıp gitti evden, yanında iki çocuğu.