Doğrudur; Türkiye, 60 yıldır Avrupa Birliği’ne (AB) “tam üye” olmak için bekliyor.
Ayrıcalıklı üyelik gibi alternatifler ya da popülist çıkarlar, kültürel ve dinsel kimlik kaygılarıyla, hatta ırkçılığa varan tavırlar dışlanıyor.
Çifte standart adilliğin önüne geçiyor.
Başta Sarkozy olmak üzere, bazı AB üye liderleri ilişkileri baltalıyor.
Müzakere bölümlerine veto koyuluyor. Dışlayıcı vize uygulanıyor.
Hiçbiri kabul edilemez.
AB’nin bu yaklaşımı, ilişkileri durma noktasına, bugün, Türkiye’yi kaybetme noktasına getirdi.
Hatay, Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısında patlayan tahrip gücü yüksek bombalarla yine sarsıldık. Yine, ölen insanlar...
Suriye sınırındaki risk ve güvensizlik ortamı giderek güçleniyor.
Türkiye, terör sorununu bitirmeye çalışırken, terör saldırıları da artıyor.
Hem Ortadoğu’nun, hem Türkiye’nin, bugün yaşadığımız çok önemli “eşik”te, barış, istikrar ve güven yolu zor, engebeli ve saldırılara kırılgan gözüküyor.
Niye şimdi?
Cilvegözü sınır kapısında yapılan terör saldırısını, tek başına değerlendirmemeliyiz.
Gazetemiz büyük bir gazetecilik olayına imza attı.
ABD Başkanı Barack Obama, Washington Temsilcimiz Pınar Ersoy’a röportaj verdi. Pınar, Milliyet’te tanıştığım diğer genç arkadaşlar gibi, çok başarılı bir performans gösteriyor. Her şey bir yana, gençlere niye güvenmemiz ve yol açmamız gerektiğini, bir kere daha Obama röportajıyla herkese gösteriyor.
Amerikan Büyükelçisi Ricciardone, gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı bir toplantıda, Türkiye yargı sistemini eleştirdi. AK Parti ve Başbakan Erdoğan’ın Ricciardone’ye tepkisi çok sert oldu. Başbakan, çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarda, “iç işlerimize karışamazsınız”, “Türkiye şamar oğlanı olarak görülemez” vurgusunu yaptı. Kızgındı. Mesajları sertti.
Başkan Obama’nın röportajı, Başbakan Erdoğan’ın sert Amerika eleştirisiyle yaklaşık aynı zamanda yapıldı.
Röportajla eleştiriyi yan yana koyalım. Görüyoruz ki, Başbakan’ın sert tavrına karşın; Obama, yumuşak ve insani bir yaklaşımla başlıyor; Amerikan Büyükelçiliği’ne Ankara’da yapılan terör saldırısında ölen Mustafa Akarsu’nun “fedakarlığı”nı övüyor.
“Mustafa Akarsu’nun fedakarlığı, Türklerin ve Amerikalıların her gün ortak güvenlik ve refahımızı arttırmak için
Obama, 2008’de başkan olduğu zaman ilk dış gezisi için Türkiye’yi seçmişti.
Ankara’da Meclis’te yaptığı konuşmada, bir taraftan Bush döneminde, “ılımlı İslam ülkesi” nitelemesi yüzünden kaybedilme durumuna gelen Türkiye’yi, laikliğe, demokrasiye ve ekonomik dinamizme vurgu koyarak, “yeniden kazanma”yı amaçlıyordu. Diğer taraftan da Türkiye’den tüm dünyaya seslenerek, bölgesel ve küresel barış ve istikrar için “yumuşak güce, ortak harekete ve işbirliğine” önem vereceği mesajını veriyor; en önemlisi de Müslüman dünyaya elini uzatıyordu.
Sonrası, gittiği Mısır’da, Kahire’de yaptığı konuşmada da ilk dönem başkanlığının iki ana amacını vurgulamıştı; “Müslüman dünyayla barışmak” ve “anti-Amerikan eğilimi ters döndürmek”. Ankara ve Kahire konuşmaları, Obama’nın ilk döneminin sembolik konuşmaları oldu.
İkinci dönem ilk dış gezi İsrail’e
2012 yılında tekrar başkan seçilen Obama, ikinci başkanlık döneminin ilk dış gezisi içinse, İsrail’i seçti. Oradan, Ürdün’e geçecek.
Obama, büyük bir ihtimalle, mart sonuna doğru, en geç nisan başı İsrail’e gidecek. Obama, ilk döneminde, dört yıl boyunca İsrail’e gitmedi. Dahası, İsrail’le ilişkileri ciddi düzeyde bozuldu. O kadar ki,
Gerek Başbakan Sayın Erdoğan’ın yeni anayasa yazım süreci için mart sonunu son tarih olarak göstermesi, gerek de CHP milletvekili Birgül Ayman Güler’in, sonra BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın “kimlik” ekseninde yaptıkları etnik milliyetçi, hatta “kültürel ırkçı” açıklamalar, “Nasıl bir vatandaşlık anlayışı?” ve “Farkılıklarımız içinde birlikte yaşayabilmemizi sağlayacak ortak dil ne olabilir?” sorularını siyasi ve kamusal tartışma gündeminin göbeğine oturttu.
Bireysel bir eşitlik çağrısı
Bu sorular bağlamında, ben, Fuat Keyman olarak ve bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, şu çağrıda bulunmak istiyorum;
Ben, benden farklı kimliklerle, dinsel, etnik, kültürel, cinsel düzeylerde, “kardeş” olmak istemiyorum.
Çünkü biliyorum ki; kulağa hoş gelen, “Hepimiz kardeşiz” çağrısı, kolayca, bu ülke tarihi içinde, bugüne kadar, otoriter ve dışlayıcı siyasi ve ideolojik söylemlere de hizmet etmiştir;
Etnik kardeşlik, Türklerin Kürtlerden, Kürtlerin diğer kimliklerden; Din kardeşliği, Sünnilerin Alevilerden ve diğer dinsel kimliklerden; Kültürel kardeşlik, bölgelerin ve kentlerin diğerlerinden; Cinsel kardeşlik de, erkeklerin kadınlardan, erkek ve kadınların eşcinsellerden
Başbakan Sayın Erdoğan, kendinden emin ve özgüvenli bir ifadeyle, “Mart sonuna kadar anayasa komisyonu yeni anayasayı hazırlamazsa, biz kendi anayasamızı masaya koyar; referandum gücünü bulduğumuz an da, anayasayı millete götürürüz” çıkışını yaptı.
Demek ki, 2013 yılında öyle ya da böyle yeni bir anayasaya sahip olcağız.
Bu anayasa nereye kadar Türkiye’nin yeni anayasası, nereye kadar Ak Parti’nin anayasası olacak, göreceğiz.
Üç boyutlu satranç hamlesi
Bu çıkış, Başbakan’ın, PKK’ya silah bıraktırma süreci açıklaması kadar önemli bir çıkıştı.
Gündemi hemen değiştirdi.
CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler, “Bana Türk ulusuyla Kürt milletini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz... Bundan sonra biz savunmadayız, bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız” (italikler benim) diyerek, sadece, nefret söylemi ve ırkçılık, hatta “saldırıdayız” noktasında suç içeren bir açıklamada bulunmadı. PKK’nın silah bırakması sürecinde olumlu tavır alan CHP’ye ve lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğulu’na da bir hiza vermek istedi.
Ayman Güler’in çıkışı, nefret söylemi ve ırkçılık içeren niteliği üzerine, benim de hak verdiğim ciddi eleştiriler yapıldı. Kendisinin yaptığı “bilimsellik” müdafası da, başta bilim ve akademi için çok üzücüydü. Irkçı pozisyon için bilim de kullanılmış oldu. Yazık.
Ama Ayman Güler’in, bence hesaplanmış ve bilinçli olarak yaptığı çıkışının, CHP boyutu üzerinde yeterince konuşmadık.
Ayman Güler’in bir hedefi “İmralı süreci”yse, diğer hedefi de CHP ve lideri Kılıçdaroğlu’ydu.
İyi niyetle çalışanlar
Hemen baştan vurgulayayım; Ayman Güler’in ırkçı hamlesine yaklaşırken, “Bu CHP’den hiçbir şey olmaz” demek yanlış bir saptama olur.
24 Ocak 1993: Ankara’da, evinin önünde, gazeteci Uğur Mumcu arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitiriyor.
Uğur Mumcu için büyük bir cenaze töreni düzenleniyor.
Büyük bir kalabalık, ağlayan insanlar...
“Ankara’nın taşına bak/Gözlerimin yaşına bak”, “Uğur’lar Olsun”; Ankara, Türkiye üzgün.
Ama birileri seviniyor. Biliyorlar, Türkiye büyük bir istikrarsızlığa savrulacak, kutuplaşacak, çok daha kan akacak, ekonomik kriz olacak, bankalar soyulacak, hükümetler iyice zayıf koalisyon hükümetlerine dönüşecek, darbeler yapılacak.
Nasıl 1 Şubat Abdi İpekçi suikastı Türkiye’yi 1980 darbesine sürüklediyse;
Nasıl 19 Ocak Hrant Dink cinayeti, Türkiye’yi 2007 muhtırasına ve parti kapatma davasına sürüklediyse;