Aslı Aydıntaşbaş, CHP üzerine önemli ve gerekli bir yazı yazdı. (Milliyet, 12 Mart)
Yazarken de zorlandığını söyledi.
CHP üzerine yazmak, hele eleştirel yazmak çok zor.
Ben de aynı zorluğu hissediyorum.
Bu kadar güçlü bir hükümetin olduğu bir yerde, niye muhalefeti eleştirmek?
Ama, şu da net: Ülkemizde güçlü ve etkili muhalefete gerek var.
Çünkü, güçlü ve etkili muhalefet;
Eşimiz, sevgilimiz, kızımız, annemiz, kardeşimiz, arkadaşımız, meslektaşımız...
Hepimize, yaşamımızda, içimiz sıkışırcasına,
Ben sana mecburum bilemezsinAdını mıh gibi aklımda tutuyorumBüyüdükçe büyüyor gözlerinBen sana mecburum bilemezsinİçimi seninle ısıtıyorumya da,ne kadınlar sevdim zaten yoktularyağmur giyerlerdi sonbaharla birazıcık okşasam sanki çocuktularbıraksam korkudan gözleri sislenirne kadınlar sevdim zaten yoktularböyle bir sevmek görülmemiştir
dedirten, kadınlarımız.
Kendilerinden öğrendiğimiz, yaşamı, güzelliği, acıyı birlikte paylaştığımız dostlarımız.
Ve aynı zamanda,
%97’si, şu ya da bu şekilde şiddet gören;
İmralı süreci devam ediyor. Hasan Cemal’in vurguladığı gibi, “Barış olgunlaşıyor”.
Destek olunması gereken bir süreç. Destek oluyoruz da.
Değişim barışı zorluyor. Toplum barışı destekliyor. Siyasi irade devam ettiği ve muhalefet ile toplum bilgilendirildiği sürece, barış olgunlaşacaktır.
Bu süreç, aynı zamanda, yeni bir güvenlik paradigması ve yeni bir devlet aklını gerekli kılıyor. Türkler ve Kürtlerin, değişimi yönetmede işbirliğine dayanan bir yaklaşım.
Yeni devlet aklı, güvenliği bu işbirliğinde görüyor.
Barış ile güvenlik kesişiyor.
Barışın güvenliği arttırdığı bir süreçten geçiyoruz.
PKK’nın silah bırakması sürecinin ne kadar başarı şansı var?
Gazetemizin, başarılı bir gazetecilik örneği olarak, İmralı Zabıtlarını yayımlamasıyla (28 Şubat), bu sürecin önemli aktörlerinden Öcalan’ın ne düşündüğünü öğrendik.
PKK ile konuşmalarda, ne bölünme, ne ayrışma, ne af, ne de büyük tavizler konuşuluyor. Masada, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, güçlendirilmiş yerel yönetim v.b. makul öneriler var.
Yeni anayasa, parlamento ve sivil toplum ön plana çıkartılıyor.
İmralı süreci zor ve riskli. Kandil ve Kandil’deki PKK üst yönetiminin, silah bırakma noktasında ikna edilmesi gerekiyor. Öcalan, bunu başaramazsa, örgüt üzerindeki liderliğinin ve tek adamlığının biteceğini biliyor. PKK’nın silahsızlanması için pozisyon alarak, büyük risk alıyor ve kaybederse, büyük kaybedeceğini de biliyor.
Ama, Öcalan, bu riski almaya razı. Kazanma olasılığının yüksek olduğunu hesaplıyor.
Çözümü zorluyor.
Gazetemiz yine çok başarılı bir gazetecilik yaptı.
İmralı Zabıtları başlığında, son günlerde gündemin merkezine yerleşmiş, BDP milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan’ın, İmralı’da Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşmelerin içeriğini yayımladı.
Böylece, Öcalan’ın ne söylediğini; Buldan, Önder ve Tan’ın sorularını ve düşüncelerini öğrendik.
Eğer zabıtlar doğruysa -ki doğru gözüküyor- bilgi kirliliğine açık bir ortamda, birincil kaynaktan verilere sahip olmuş olduk.
İmralı zabıtları
Namık Durukan’ın özel haberini dikkatle okudum.
İlginç bir ülkede yaşıyoruz. Her biri tek tek bir ülkenin siyasi gündemini uzunca süre işgal edecek gelişmeleri aynı anda yaşıyoruz. Sorunları rafa kaldırıyor, sonra hepsiyle aynı anda ilgilenmeye başlıyoruz.
Bu yüzden de düzeni olmayan, ama hiçbir zaman da sıkıcı olmayan bir ülke, Türkiye. Ülkemizde üzülmek mümkün, ama sıkılmak asla.
PKK’nın silah bırakması; AB tam üyelik sürecinin canlandırılması; yargı alanının reformu; Suriye krizi ve Arap Baharı; küresel ekonomik krizde ekonominin güçlü olması...
Gelecek hafta ne olacak bilmiyoruz. Ama bu haftaya damgasını, çok kritik iki gelişme vurdu. BDP heyeti ikinci kez İmralı’ya gitti. Almanya Başbakanı Merkel Türkiye’ye geldi.
Her ikisinden de çok önemli mesajlar geldi. Barış kapısı ve AB kapısı aralanmaya başladı.
Önce ateşkes, sonra silahsızlanma
BDP’li dört milletvekili İmralı sürecini anlatmak için Karadeniz turu yapmak istediler. Sinop ve Samsun’da tepki ve linçe dönük saldırılarla karşılaştılar. Tur iptal oldu. Böylece, bir kere daha, siyasi gündeme, “milliyetçilik tartışması” taşınmış oldu. Parti liderlerimiz milliyetçilik üzerinden birbirleriyle söz düellosuna giriştiler; benimkisi “iyi”, seninkisi “kötü” milliyetçilik tartışması yaptılar.
Milliyetçilik nedir, nasıl anlaşılmalıdır? Dün gibi, bugün de, siyasi alanda ve medyada yaptığımız tartışmalarda, temel soru bu oldu.
Fakat, şu soruları sormadık; Türkiye, ne kadar milliyetçi bir ülke? Milliyetçilik ne kadar güçlü? Tercihlerimizde, kararlarımızda, gerçekten milliyetçi miyiz?
Bu soruları sorduğumuz ve yanıt aradığımız zaman, ilginç ve önemli bir gerçekle karşılaşıyoruz. 1923’ten bugüne, modern Türkiye tarihi, milliyetçilik konusunda, önemli “ikilemler” içeriyor.
Milliyetçilik-ekonomi ikilemi
Ülkemizde milliyetçilik hep çok güçlü olmuş.
Silahların susması, barış kapısının aralanmasını içeren “İmralı Süreci”, altını çizelim, ciddi, sonuç alınabilir, umutların arttığı, siyasi irade ve toplumsal desteğin olduğu bir süreç olarak gelişiyor. Başarı olasılığının yükselmesi, siyasi ve ideolojik dengeleri de değiştiriyor. BDP, CHP, MHP, bu süreçten çok etkilenmiş durumda. Sivil toplum ve medyada, barış süreci üzerine olumlu ya da olumsuz pozisyonlar alınıyor.
Türklere ve Kürtlere, İmralı sürecini desteklemeleri ya da desteklememeleri çağrıları yapılıyor. Aşağıda, olumsuz ve olumlu çağrıları örnekleyen, önemli üç yaklaşım üzerinde duracağım. Ve “Lütfen, bu sürece destek olalım” çağrısında bulunacağım.
Ertuğrul Özkök: Türklükten istifa ediyorum
Türklere yapılan “İmralı sürecini desteklemeyin” çağrısının, en çarpıcı ve akıllı örneği, Ertuğrul Özkök oldu. Hürriyet’te, 14 ve 16 Şubat’ta yazdığı, “İstifa ediyorum” ve “Meydan renksiz Türklere kaldı” yazılarında Özkök, “Türklükten istifa ettiğini”, “böylece Türk hassasiyeti sorununun kendiliğinden ortadan kalktığını” ve “dolayısıyla, sadece Kürt hassasiyeti dikkate alınarak bu sorunun çözümünün önünü açtığını” söyledi.
Özkök’ün, İmralı sürecinde “Türk