Hepimiz kanın durmasını, anaların ağlamamasını, acıların bitmesini istiyoruz.
Ama, yaşadığımız “barış sürecinde”, endişeleri, korkuları olanlar da var.
Soruyorlar:
Acaba bölünecek miyiz?
Acaba Türk kimliği yok mu olacak?
Acaba Başkanlık sistemine mi geçiyoruz?
Kritik öneme sahip sorular.
Müzakere yoluyla sorunlarımızı çözme deneyimi yaşıyoruz. Bu sürece, siyasi partiler, devlet seçkinleri, sivil toplum örgütleri ve toplum katılıyor.
Müzakere, hem siyasi partiler arasında, hem siyasi alanla toplum arasında, hem de toplum içinde yaşanıyor.
Bu bir ilk.
Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, “sivil ve demokratik müzakere” yoluyla toplumsal sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz.
Hem de, toplumsal yaşamın her alanına yayılan ve derinleşen bir “toplumsal ve siyasal kutuplaşma sorunu” yaşarken.
Yaşadığımız deneyimin ne kadar önemli, hatta tarihi olduğunun tam olarak farkında değiliz gibi.
Tek bir tanesi başka bir ülkenin gündeminde çok uzun süre yer alacak gelişmeleri, ülkemizde baş döndürücü bir hızda ve birlikte yaşıyoruz.
Gelişmelerin hızına erişmek mümkün değil.
Burası Türkiye...
Dört kritik gelişme
Yurtdışı ve içi medya taraması yaparak sıralayalım gelişmeleri;
Önce “çözüm süreci”... Hızla gelişiyor. Ateşkes, sınır dışına çıkma ve silahların susması. Barışın güçlenme olasılığı artıyor. Aktörlerde irade, toplumda da destek var.
Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Abu Dabi’ye gidiyorum. Hükümete, diplomatlara, gazetecilere ve iş dünyasına, Türkiye dış politikası üzerine, Türkiye-İran ilişkileri üzerine odaklanan bir konuşma yapacağım.
Hazırladığım konuşmayı uçakta değiştirmeye başlıyorum.
Nasıl değiştirmeyim; “oyun değiştirici” nitelikte iki önemli gelişmeyi, arka arkaya yaşıyoruz.
PKK’nın silah bırakmasıyla ilgili “çözüm süreci” beklediğimizden daha hızlı ve olumlu gelişiyor. Abdullah Öcalan’ın mektubu, bu sürecin başarı şansının yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Arkasından, İsrail’den “özür” geliyor. On gün içinde yapılan hızlı ve yoğun bir diplomasi trafiğinden sonra, ABD Başkanı Barak Obama’nın yanından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Başbakan Tayyip Erdoğan’ı arıyor ve trajik Mavi Marmara saldırısı için “özür diliyor”, şehit ailelerine “tazminat vermeyi” kabul ediyor ve “Gazze ablukası”nın kademeli kaldırılması için birlikte çalışma isteklerini iletiyor.
Erdoğan, özrü kabul ediyor.
Obama, süreci, “Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme dönemi”nin başlaması olarak değerlendiriyor.
21 Mart 2013; bu tarih, Türkiye siyasi tarihinde “tarihsel bir dönüm noktası” olabilir. Diyarbakır. Nevruz için toplanmış bir milyondan fazla sayıda insan. BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mektubunu okuyor.
Coşkulu kalabalık dikkatle dinliyor. Tüm Türkiye, dikkatle dinliyoruz.
Yurtdışında da büyük dikkat ve ilgi var.
“Tarihi bir gün” yaşadığımızın hemen farkına varılıyor.
Öcalan, “...’Artık silahlar sussun, fikirler ve siyaset konuşsun’ noktasına geldik... Silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” diyor.
Bu sözler, Başbakan Erdoğan’ın son dönemde yaptığı konuşmaları yansıtıyor: “Silah dönemi bitmeli, artık, siyaset dönemi başlamalı.”
BBC, Guardian, Der Spiegel ve New York Times gibi saygın medya kuruluşları, Öcalan’ın mektubunu “tarihi nitelikte kritik açıklamalar” olarak nitelendiriyor.
Kalabalık coşku dolu, yüzler gülüyor, umut her yere yayılmış gibi. Barış kokusu yayılıyor etrafa.
Sanki tarih değişiyor.
Alışılagelmiş “çatışma” tarihi bitiyor, yeni bir tarihin başlama umudu var.
Bu tarihin adı koyuluyor; demokrasi ve siyaset yoluyla barışın inşası.
Diyarbakır’a, memlekete bahar geliyor sanki.
Bunca yıldan, bunca ölümden, bunca acıdan, bunca gözyaşından sonra; artık barış mümkün, artık başka bir Türkiye mümkün. Artık yarına, geleceğe güvenle bakabileceğimiz bir yaşam mümkün.
Birlikte yaşama kültürünün güçlü olduğu, silahın yerini siyasete bıraktığı, ötekileştirmenin, dışlamanın yerini demokratik müzakerenin aldığı bir yarın mümkün.
Yaşadığımız “çözüm süreci”, PKK’nın silah zoruyla tuttuğu kamu görevlilerini serbest bırakmasıyla önemli bir eşikten geçmiş oldu.
Artık, ateşkes ya da çatışmasızlık ilanının yapılması, hatta silahların susması sürecinin başlaması zamanı.
21 Mart Newroz (Nevruz), 16 Haziran, 15 Eylül v.b. tarihler çözüm sürecinin önemli eşik noktaları olarak veriliyor. Bu tarihlerde, çok önemli çağrıların yapıldığına ve gelişmelerin yaşandığına tanık olabiliriz.
Aslında, çözüm sürecini belli tarihlere sabitlemek, şu tarihte şu olacak, bu tarihte bu olacak demek de çok doğru değil.
Önemli olan yapılması gerekenlerin çok gecikmeden yapılması. Sürecin kesintiye uğramaması için gerekli kararların alınması ve bu kararların yaşama geçirilmesi.
Toplumun her aşamada barışa biraz daha yaklaşıldığını görmesi. Böylece, çözüm sürecine verdiği desteği arttırması.
Bugün, bu şartlara sahibiz.
Geçen yazımda (13 Mart), ülkesinde büyük bir insan trajedisine neden olmuş olan Suriye lideri Esad’ı CHP’nin dört kere ziyaret etmesinin ahlaki ve siyasi olarak gereksiz ve yararsız olduğunu, hatta CHP’ye zarar verdiğini yazmıştım.
CHP üst yöneticilerinden bazıları beni aradı. Kılıçdaroğlu da yazıyı okumuş. İlgileri için çok teşekkürler.
Şu söylendi; CHP, Suriye konusunda barışın yanında, bunun için de hem Esad’la, hem de muhalefetle konuşuyor.
Doğrusu, tatmin olmadım. CHP’ye yakın birçok akademisyenin ve gazetecinin de tatmin olmadığını biliyorum. CHP içinde de, ziyaretler konusunda net bir görüş olmadığını düşünüyorum.
Üç temel gelişme
CHP’nin Suriye politikasını eleştirirken, aklımda, “Türkiye’nin 2014 Ağustos’una kadar içinden geçeceği çok önemli süreçte CHP’nin ne yapacağı” sorusu da vardı.