Doğrudur; Türkiye, 60 yıldır Avrupa Birliği’ne (AB) “tam üye” olmak için bekliyor.
Ayrıcalıklı üyelik gibi alternatifler ya da popülist çıkarlar, kültürel ve dinsel kimlik kaygılarıyla, hatta ırkçılığa varan tavırlar dışlanıyor.
Çifte standart adilliğin önüne geçiyor.
Başta Sarkozy olmak üzere, bazı AB üye liderleri ilişkileri baltalıyor.
Müzakere bölümlerine veto koyuluyor. Dışlayıcı vize uygulanıyor.
Hiçbiri kabul edilemez.
AB’nin bu yaklaşımı, ilişkileri durma noktasına, bugün, Türkiye’yi kaybetme noktasına getirdi.
Türkiye’de AB şüpheciliği
Ama unutmayalım; Türkiye’de 2005’ten bugüne, demokratik reform süreci yavaşladı.
AK Parti ve diğer partiler, AB üyeliği için irade ve bağlılık göstermediler.
Yaklaşımları, araçsal ve işlevseldi.
İlişkilerin durmasından rahatsız olmadılar.
Bazı yorumcular, “Türkiye’nin AB’ye değil, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var” ya da “AB bitiyor, zaten, Türkiye AB‘den daha güçlü” gibi hayalperest bir tavır takındılar.
İlginçtir, Türkiye’de 2005’e kadar, “ulusalcı ve tepkici milliyetçi bir AB şüpheciliği” varken, bugün AB’yi küçük görürken, Türkiye’nin ve AK Parti’nin gücünü ve kapasitesini abartan “Hayalperest bir AB şüpheciliği” ortaya çıktı.
Her iki şüphecilik de, ideolojik ve Türkiye’ye zarar veriyor.
AB sürecini canlandırmak
2005-2013 döneminde, hem AB, hem de Türkiye’de şüphecilik güçlü oldu.
Her iki taraf da şüphecilikten çok zarar gördü.
2013’yılı, bu nedenle, Türkiye-AB ilişkilerini yeniden canlandırma için dönüm noktası olarak düşünülüyor.
AB elini Türkiye’ye uzatıyor. Müzakere vetolarının bir ya da iki tanesinin kaldırılması; vizelerde liberalleşme; pozitif gündem için Türkiye’nin AB kurumsal yapılarına tekrardan davet edilmesi v.b. açılımlarda bulunuluyor. AB karar vericileri, ilişkileri canlandırmak için sıklıkla olumlu mesajlar veriyor.
AB, çifte standarttan vazgeçmiş görünüyor. Ayrıcalıklı üyelik söylemi artık kullanılmıyor. Müzakerelerin tekrardan başlamasını istiyor.
AB’nin samimi olduğunu düşünüyorum.
Artık top önemli ölçüde Türkiye’nin elinde. Ama, yanıt bekleyen sorular şunlar; Türkiye ve AK Parti, AB’yle ilişkileri canlandırmaya hazır mı? AK Parti, AB’ye tam üyelik için istekli ve iradeli mi? Demokratik reform için, Ankara kriterleri değil, fakat Kopenhag kriterlerini benimsiyor mu? CHP, MHP, BDP, nereye kadar, AB sürecini destekliyorlar?
Bugün için yanıtlar olumsuz olacak gibi.
Nasıl bir AB tam üyeliği?
Tam da bu noktada, şimdilik akademik olan, siyasete daha yansımamış bir tartışma da ortaya çıkıyor.
Doğru, AB’ye tam üyelik önemli ve faydalı. Ama nasıl bir tam üyelik?
Türkiye’nin ekonomik dinamizmi, “ticari ilişkilerin küresel düzeyde çeşitlenmesinden” ve “farklı küresel kurumların yönetim düzeyinde yer almasından” kaynaklanıyor.
Dünyanın her yanıyla ekonomik ilişkili “küresel bir Türkiye” var.
Bu nedenle Türkiye, AB içinde tam üye olurken: “Euro bölgesinde” olmayı; hele “Sengeng bölgesi vize uygulaması”nda olmayı asla istemiyor.
Dolayısıyla, AB siyasi ve güvenlik kurumlarıyla bütünleşmiş; ekonomik tek pazar içinde ama Avro ve Şengeng dışında olan bir tam üyelik.
Yani, “esnek ve AB merkez ülkelerinden farklı bir tam üyelik”.
İngiltere gibi, İsveç gibi, Polonya gibi.
İsveç ve Polonya deneyimlerine yakın bir “esnek ve farklılaşmış tam üyelik modeli”nin Türkiye’ye daha uygun olduğunu düşünüyorum.
Ama en önemlisi, ilk önce 2013’te Türkiye-AB ilişkilerini canlandırmak.
Hem Başbakan Erdoğan, hem de Dışişleri Bakanı Davutoğu, 2013’te bu ilişkileri canlandırmak istediklerini açıkladılar.
Umarım, bu açıklamalarının arkasında dururlar ve uzun zamandan sonra gerekli adımları atmaya başlarlar.