Saat, yaşamımızın tam da göbeğinde yer alan en önemli icat, nasıl kötü olabilir ki, diyebilirsiniz.
Ki gerçekten her işimizi saatle yapıyoruz.
İşe gidiş saati, işten çıkış saati, öğle tatili saati, okula gidiş saati, çıkış saati, doktor randevusu, arkadaş randevusu, otobüs saati, uçak saati...
Saatsiz bir yaşam düşünmek bile zor günümüzde...
Saat, zamanı kontrol etmeye yarayan bir araç...
Modern yaşamın vazgeçilmez makinesi...
Bakan, kafamızda bu sorunun çakacağını anlamıştı. “Tamam, tamam” dedi, “Şimdi peki o zaman 1 milyar insan niye aç diye soracaksınız!”
“Evet” dedik, soruyoruz:
- Madem öyle 1 milyar insan niye aç o zaman?
Bakan cevapları hazırlamıştı. “Bana göre” dedi:
1- Ticaret politikaları,
2- Adalet yoksunluğu,
3- Merhamet ve sevgi noksanlığı
Bankacılık, elektrik, radyo ve televizyon sektöründen sonra et ve süt piyasasını düzenlemek üzere de bir “kurul” geliyor.
Yakında Bakanlar Kurulu’na sunulacak tasarı yasalaştıktan sonra oluşturulacak, “Et ve Süt Piyasası Kurulu” alım ve satımlarla piyasayı düzenleyecek.
Piyasa fiyatlarını dengelemek için gerektiğinde piyasadan et ve süt alarak fiyatların çok düşmesini önleyecek ve gerektiğinde de piyasaya et ve süt sürerek fiyatların çok yükselmesini önleyecek.
Bir çeşit Merkez Bankası gibi çalışacak...
Nasıl ki, Merkez Bankası döviz çok pahalılandığında piyasaya döviz sürerek düşürüyor veya çok ucuzladığında piyasadan dövez satın alarak fiyatı yukarı çekiyorsa, Et ve Süt Piyasası Kurulu da alım ve satımlarla fiyat istikrarı sağlayacak.
Kurulun nasıl çalışacağını Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, dün sabah kahvaltıda konuk ettiği gazetelerin Ankara temsilcilerine anlattı.
Bakan Eker, hem gıda hem tarım hem de hayvancılık alanında Türkiye ve dünya piyasalarıyla ilgili detaylı bilgiler verdi.
Göktürk-2 uydusunun fırlatıldığı gün ODTÜ’de çıkan olaylar dün de devletin zirvesindeydi.
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, dün hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ziyaret etti. Günlerdir Türkiye’nin gündemini meşgul eden ODTÜ tartışmasının Başbakanlık Konutu’nda ve Çankaya Köşkü’ndeki yansımaları merak ediliyordu.
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Acar’la, Erdoğan ve Gül’le yaptığı görüşmeden sonra konuştum. Rektör Acar, yaptığı görüşmeler sonrasında tansiyonun düştüğü izlenimini aktardıktan sonra şu bilgiyi verdi:
“Cuma günü Sayın Başbakan’ı televizyonda dinledikten sonra randevu talep etmeye karar verdim. Dün (önceki gün) akşam saatlerinde Başbakanlık randevu saatini bildirdi. Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanı’ndan da randevu talep ettim ve olaylar hakkında bilgi vermek ve görüşümüzü aktarmak istedim. Sayın Başbakan’la 1 saat, Sayın Cumhurbaşkanı ile de 45 dakika kadar görüştüm. Her iki görüşme de çok olumlu geçti.”
Prof. Dr. Acar’a, Başbakan Erdoğan’ın olaylardan sonra sert eleştirilerde bulunduğunu anımsatarak, dünkü görüşmedeki yaklaşımını sordum. Acar, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Başbakan’la 1 saat süren görüşmemiz çok olumlu bir
Şırnak Uludere’de 34 köylünün, terörist sanılarak savaş uçaklarının bombardımanı sonucu yaşamlarını yitirmeleriyle sonuçlanan facianın üzerinden bir yıl geçti. Yarın, bütün Türkiye’yi üzen olayın birinci yıldönümü.
Bir yıl geride kalırken, kamuoyunun en büyük rahatsızlığı, idari ya da adli yönden başlatılan soruşturmaların hâlâ bir sonuca ulaştırılamamış olması. Soruşturmaların sonlandırılmaması, kamuoyunda, olayın üzerinin örtüleceği, unutturularak, sorumluların yargıdan kaçırılacağı endişelerine yol açıyor.
Psikolojik baskı
Peki Uludere’de, kaçakçılık yapan ve katırlarıyla kaçağa giden köylülerin terörist sanılarak bombalanmasının sebebi neydi?
Bugüne kadar kamuoyuna yansıyan ve edindiğimiz bilgilerden, vahim olayın iki ana gerekçesi olduğu anlaşılıyor.
Bunlardan ilki Hantepe olayının Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde yarattığı baskı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Göktürk 2 uydusunun uzaya fırlatılmasına ilişkin törene katılmak amacıyla gittiği ODTÜ Kampusu’nda yaşananlar malum.
Öğrencilerin iddiasına göre, şiddet içermeyen protesto gösterileri, aşırı polis önlemleri ve polisin daha yürüyüşe bile başlamadan müdahale etmesi nedeniyle çatışmaya dönüştü.
Polisin ve hükümetin iddiasına göre ise çantalarında molotofkokteylleri, taşlar ve sopalarla gelen, polise sapanla misket fırlatan öğrencilerin amacı zaten protesto değil çatışmaydı.
Başbakan Erdoğan, bakanlar bu konuda açıklamalar yaptı, görüşlerini açıkladı.
ODTÜ Rektörü ve öğretim üyeleri başta olmak üzere, polisin aşırı güç kullandığını savunanlar da görüşlerini aktardı.
Savcılık kararıyla, olaylara katılan öğrencilerden bir bölümü “terör” kuşkusuyla gözaltına alındı ve evlerinde arama yapıldı. Poliste, savcılıkta sorgulanan bu öğrencilerden bir bölümü mahkemeye de sevk edildi. Mahkeme bu öğrencilerin tutuklanmasına gerek görmedi. Dava açılıp açılmayacağına ise savcılık karar verecek.
Şile Limanı’ndan, fırtınadan dolayı zor anlar yaşayan Rus mürettebatına yardım için çıkmaya çalışırken kayalıklara çarpan KEGM-7 Acil Müdahale Botu’nun kaptanı Cemil Özben, çarkçıbaşı Mehmet Genç ve yağcı Turgay Sarıboğa, son nefeslerini o kayalıkların dibinde verdiler.
Bottan kayalıklara atlayarak hayatta kalan Ahmet Kasarcı, orada yaşanan son anları anlattı:
“Makine off olunca, Cemil Kaptan, dev dalgaların kayalara çarptığı tekne parçalanmadan hemen önce telefonla bir yetkiliyi aradı. Telefonla konuştuğu kişiye, ‘Makine kaput. İş akdinizi feshedeceğim demiştiniz. Şimdi biz ölüyoruz. Ne biliyorsanız yapın’ dedi.”
Peki, Cemil Kaptan’ın bu isyanının kaynağı neydi?
Yine soruşturma dosyasına göre, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, Cemil Özben’den önce, yardım için denize açılan kurtarma botunun kaptanı Rıfkı Çırtlık’a, dev dalgalardan dolayı denize açılamadığını rapor edince, “Savunmanı yaz, istifanı ver, botu boşalt” demişti.
Botu teslim alması için aranan Özben’in istirahatta olmasına rağmen aranmasına tepki göstermesine, “Ya botu alıp çıkacaksın ya da istifanı vereceksin” karşılığı verilmişti.
TÜBİTAK’ın ODTÜ yerleşkesindeki Uzay Enstitüsü’nde Göktürk-2’nin Çin’den fırlatılışını izlerken koltuklarımız kabarmıştı.
Biz, ekranda Göktürk-2’ye kilitlenmişken, dışarıda protesto gösterisi yapan öğrencilerin orantısız biber gazı ve tazyikli suyla haşamat edildiklerinin farkında değildik. Ta ki, Uzay Enstitüsü’nün koridorlarını da biber gazı basıncaya kadar...
Binanın hemen dışındaki savaş manzarası, Göktürk-2 sevincimizi biber gazıyla birlikte kursağımızda bırakırken, acaba polis, bu projelerin daha da iyisini yapacak bilim insanlarımızın biber gazı ve tazyikli suyla önüne kattığı bu ODTÜ’lü çocukların içinden çıkacağının farkında mı, diye düşündüm. Ne polis bunun farkındaydı ne de çocuklar...
O an için ne biber gazı fişeği isabet eden veya cop yapıştırılan kafaların beyin gücü diye övündüğümüz kafalar olabileceği düşünülüyordu ne de üniversiteli gencin ruh halinin böyle bir şey olduğu...
Telaffuz etmeyi çok sevdiğimiz empati ve sempatinin zerresi yoktu ortalıkta...
Gelelim bilim konusuna