TÜBİTAK’ın ODTÜ yerleşkesindeki Uzay Enstitüsü’nde Göktürk-2’nin Çin’den fırlatılışını izlerken koltuklarımız kabarmıştı.
Biz, ekranda Göktürk-2’ye kilitlenmişken, dışarıda protesto gösterisi yapan öğrencilerin orantısız biber gazı ve tazyikli suyla haşamat edildiklerinin farkında değildik. Ta ki, Uzay Enstitüsü’nün koridorlarını da biber gazı basıncaya kadar...
Binanın hemen dışındaki savaş manzarası, Göktürk-2 sevincimizi biber gazıyla birlikte kursağımızda bırakırken, acaba polis, bu projelerin daha da iyisini yapacak bilim insanlarımızın biber gazı ve tazyikli suyla önüne kattığı bu ODTÜ’lü çocukların içinden çıkacağının farkında mı, diye düşündüm. Ne polis bunun farkındaydı ne de çocuklar...
O an için ne biber gazı fişeği isabet eden veya cop yapıştırılan kafaların beyin gücü diye övündüğümüz kafalar olabileceği düşünülüyordu ne de üniversiteli gencin ruh halinin böyle bir şey olduğu...
Telaffuz etmeyi çok sevdiğimiz empati ve sempatinin zerresi yoktu ortalıkta...
Gelelim bilim konusuna
ODTÜ’deki TÜBİTAK Uzay Araştırmaları Enstitüsü binasının dışında olanlar, içinde olanları unutturdu. Güvenlik güçlerinin meydan savaşına gider gibi öğrencilerin üzerine giderken çıkan gürültü içinde Göktürk-2 gümbürtüye gitti.
Göktürk-2’nin özelliği, tasarımının ve yapımının ihtimal ki çoğu ODTÜ’lü mühendisler tarafından gerçekleştirilmiş olmasıydı...
Fırlatma sürecini izleyen bizlere bu bilgi büyük övgüyle verildi. Biz de gururla yansıttık. Ertesi gün bu bilginin doğru olmadığı, parçaların çoğunun diğer ülkelerden getirildiği veya yabancı firmalar tarafından üretildiği gibi, “itiraz” e-mailleri geldi ama TÜBİTAK yetkilileri verdikleri bilgilerin doğru olduğunu, Göktürk-2’nin ilk milli uydu olduğunu tekrar ettiler.
Türkiye’nin geçtiğimiz yüzyılda geri kalmasının en önemli nedenlerinin başında bilgi ve teknoloji üretememesi olduğuna inandığımdan Göktürk-2’nin önemli bir kilometre taşı olarak önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’nin, bu yüzyılı da ıskalamak istemiyorsa, mümkün olduğunca araştırma-geliştirme çalışmalarına, bilime, teknolojiye kaynak ayırması şart.
2012 yılındaki 10 önemli çalışma
2012 yılını tarihe göndermeye hazırlanırken, dünyanın en önemli keşifleri listesinde yer alan ilk 10 çalışma da açıklandı.
İlk sırada CERN’de “izine rastlandığı” açıklanan “Tanrı parçacığı” var. Keza Mars’a inen Curiosity de listede. Deri hücresinden yumurta üretilmesi var aynı listede. Proteinlerin yapısının x-ışını lazeriyle ortaya çıkarılması var. Beyin gücüyle ve robot katkısıyla felçli hastaların mekanik kolları kontrol edebilmeleri var.
Amerikan bilim dergisi Science, İsviçre’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (CERN) yapılan ve Büyük Patlama’yı yeniden canlandıran deneyi ilk sıraya yerleştirmişti. Bilim adamı Peter Higgs’in ortaya attığı, maddeye kütle kazandıran “karşı madde” veya “Tanrı parçacığı”nın izine rastlanmış olmasını yüz yılın deneyi ilan etti. 43 yıl süren araştırmalar sonucunda CERN’de rastlanan ize “Higgs bozonu” adı verilmişti.
Peki yüz yılın keşfinde biz de var mıyız? Varsak neresindeyiz?
CERN’de 100’den fazla bilim insanımızın görev yaptığını biliyoruz. CERN’de görev alan bu bilim insanlarımızı zaman zaman televizyonlarda yine gururla izledik.
Fakat deney bittikten sonra CERN’in bir yerinde olacak mıyız, olmayacak mıyız tartışması, bizleri “Tanrı Parçacığı”ndan daha fazla şaşırttı. CERN’in Ankara’da rastlanan izi bu tartışma oldu. Türkiye’nin CERN’e tam üye olmasının gerekli olmadığı, bunun 70 milyon dolar ödemeye değmeyeceği düşüncesinin hakim olduğunu hayretle öğrendik.
CERN’de görev yapan diğer bilim adamları burada elde edilen sonuçları incelerken, bizim hocalarımız mektup yazmakla meşguldüler. Siyaset kurumunu, “CERN’e tam üye olmamızın kaçırılmayacak bir fırsat olduğuna” ikna etmeye çalışıyorlardı.
Oysa Ankara CERN’e tam üye olmanın AB’ye tam üye olmaktan çok daha önemli olduğunun bilincinde olmalıydı.