Hükümeti yıkmaya teşebbüs eden ilk çete, 31 Mayıs 2006’da ortaya çıkarılmıştı.
Üstelik Başbakan Erdoğan ve daha pek çok kişiye suikast hazırlığı içinde oldukları da iddia edilen “Atabeyler Çetesi”, o günlerde deneme yayınına başlayan “cümbür cemaat korosu” tarafından, ha bire manşetlere taşınmıştı.
Bazı internet sitelerinden “Atabeyler Çetesi külliyatına” erişmek ve böylece hafızaları tokatlayarak, nereden nereye gelindiğini hatırlamak mümkün!
31 Mayıs 2006’dan sonra izlenecek yol haritasının güzergâhını aydınlatan işaret fişeklerine örnek vermek gerekirse...
“Eryaman’da polisin baskın yaptığı cephane evde, anti-tank silahı roketatarların da bulunduğu ortaya çıktı. Evde ele geçirilen çok sayıdaki askerÓ mühimmat ve onlarca telsiz polisi bile şaşırttı. Uzmanlar, evdeki patlayıcı madde ve mühimmat ile 90 adet zaman ayarlı ya da uzaktan kumandalı patlayıcı yapılabileceğini belirtiyor.”
Yorum yok. Tek kelime bile yorum yapmayacağım.
Haberler nasıl yayınlanmışsa büyük gazetelerimizde, aynen aktaracağım.
Ama sonra...
İki çift sözüm var elbet.
İşte ilk haber:
“Ünlü işadamı Ali Ağaoğlu, 20 yaşındaki oğlu Alican’ın kendisinden habersiz 30 bin dolara aldığı sürat teknesiyle Bodrum’da turladığını öğrenince sinirlenip yanında çalışanlara ‘Bana tekneyi bulun’ talimatı verdi. Alican’ın bakım için bıraktığı Bodrum Marina Group’ta bulununca 30 bin dolarlık tekneyi paramparça ettirdi.
Oğlunun teknesini habersiz aldığı için değil güvenli olmadığı için parçalattığını kaydeden Ağaoğlu, ‘Ne işi var öyle peynir gibi bir tekneyle. En ufak bir şeyde kâğıt gibi yırtılacak bir tekne’ dedi.”
Bir işi “usulüne uygun” yapmak, gerçekten “doğru, düzgün, dürüst biçimde” yapmak anlamına da gelir mi?
Vay, vay, vay.
Soruya bak!
Örnekse...
Kooperatif usulü, 4 bloktan 10’ar katlı, her katta dörderden, 400 daireli bir site inşa ediyorsunuz.
Gövdesi kestane, gürgen ya da karadut ağacından oyularak çıkar meydana.
Göğüs tahtası için ince ve düzgün elyaflı köknar kullanılır.
Sap için en elverişli olanlar ise hem hafif hem de zamanla biçimi bozulmayan ıhlamur ve ardıç ağaçlarıdır.
“Tezene” diye adlandırılan esnek ve dayanıklı mızrabı, kiraz ağacı kabuğundan yapılır.
Önce “kopuz” denirdi adına.
Üretim, istihdam, ihracat... Sihirli sözcükler bunlar. Rakamlar iyiyse, vezir olur o ülke.
Kötüyse...
Rezil.
“Vezir” olmak için gidecek daha çok yolumuz olsa da, en azından ihracat rakamları her yıl yüzümüzü biraz daha güldürüyor.
Yıllar önce okumuş ama unutmuştum.
Yekta Varnalı gönderince Cemal Süreya’nın “Üç şehir” hakkında yazdıklarını, hatırladım.
İstedim ki, siz de hatırlayın...
“Ankara, iyi kalpli üvey ana... Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana olan Ankara.
Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği, askerliğin bitmesini, rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz evrakın cevaplanmasını, suskun devletin konuşmasını beklerler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır.
Belki denizi görselerdi beklemezlerdi. Denizi su sanırlar. Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara’nın göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi. O vaatkâr ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi. İnsanlar Ankara’da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır.“
Yıl 2012, ya 2050’ye gelindiğinde ne olacak Türkiye’nin hali?
Sorunun yanıtlarından birini Türkiye İstatistik Kurumu verdi:
2050 yılında Türkiye’nin nüfusu 94 milyon 585 bin kişi olacak.
Hesaba göre:
2010-2015 dönemi tahminleri, dünya nüfusunun artış hızının yüzde 1,1 olduğunu gösteriyor.
Buna karşın aynı dönemde, Türkiye’nin nüfus artış hızı yüzde 1,3 olacak.
Ve 2050’nin son 5 yılında ciddi bir azalma olacağı öngörülüyor nüfus artış hızında.
Duyanlar çok heyecanlandı önce. Motoruna, arabasına atlayan, Yeşiltepe’nin yolunu tuttu hemen.
Gece karanlığında alevler daha dehşetli parlıyordu.
Uzaktan görmüşlerdi yangını ama “Evler yanıyor” şayiası onları da tutuşturdu.
Neyse.
Durum korktukları kadar değildi bereket.
Yine de az değil.
Karşından baktığında iyi kötü yeşil bir görüntü veren üç dönüm makilik alan yanmıştı.