Ne insanımız, ne ülkemiz, ne de çevre coğrafyada “havalar” müsaitti. Futboldan dolara kadar tatsızdık. Malum; mevsim sonbahardı.
Ama Ekim’in serin gecesinde yeniden çiçekler açmış olmalı İzmir’in dağlarında...
İnanmayan gitsin baksın.
Çelik ve çiçek su ister; su unutulmasın.
Zafer, umut, şükran ve şükür kokusu Dolmabahçe’yi sardı bile...
Üzerine kötü kader gibi abanan taşı toprağı iterek, kurda kuşa aldırmadan, dalı kırık, yaprağı eksik olsa da cesaretin en katıksızıyla bir avuç çiçek, mehtaba selam durdu bal alacak arıları beklemeye koyuldu eminim.
Hem İzmir’in dağlarında hem de Vodafone’da...
Ne yazık!.. Fransa’dan alelacele postalanmamıza neden olan ilkel bulvar tiyatrolarımızdan sonra domates muamelesi görüp Rusya kapısından bile giremeyen ruhsuz müsameremizin de yıldızı / sembolü / öznesi / özeti Arda Turan...
Son Avrupa ve Dünya şampiyonaları fiyaskosu futbol tarihimize nasıl yazılır bilemem ama Türkçeden tasarruf etme meraklısı slogancı nesiller “I. ve II Arda vakası” deyip geçecekler muhtemelen.
Neden?
Bir kere Arda ölçülebilir futbol değerlerine göre zirveye çıkmış bir adam... Her türlü sevgiyi, nefreti, tapınmayı ve kızgınlığı onun üzerinden tarif etmek hem kolay hem de kestirme.
İkincisi ve daha önemlisi, Arda bu kitlesel duyguların tümünü sonuna kadar hak etmek için elinden geleni ardına koymayan bir fenomen.
Sevimli, neşeli, yetenekli ergenliğinde “ailemizin futbolcusu” olarak başladığı futbol kariyeri füze gibi yükselirken, şirinliği serbest düşüşe geçmiş, zamanla “hal ve tavır” puanlaması “mahallenin belalısı” düzeyine inmiş maalesef.
Kazan kaldırmaktan insanlara saldırmaya kadar gelip dayanmış...
Evet... Trabzonspor maçında egoistliğinin zirvesindeydi Talisca.
Sebebi onunla Tanrı arasında ama muhtemelen Quaresma ile örtülü bir rekabet yaşıyor takımın “birinci yıldızlığı” yarışında.
“Hazır Quaresma yokken bir iki gol daha atıp fırsatı değerlendireyim” demiş olmalı... Onun ortalarını/paslarını böyle harcayamazdı Trabzon maçında Quaresma oynasaydı.
Aslında “takım içi rekabet” büyük amacın önüne geçmedikçe faydalı ve gereklidir.
Ancak… Kendi golü için takımın golüne engel olacak kadar göz karartacak düzeydeyse, kimseye faydası olmayacağı gibi çıngar bile çıkarır.
* * *
Talisca’nın “ben merkezci motivasyonu” biraz gri dursa da soyunma odasında ona ilk hesap soranın Caner olması, sebep-sonuç açısından siyah ve beyaz kadar nettir…
Bu maçtan ne köy olur ne kasaba, ne gol beklenir ne şamata diye başladı her şey…
Biri kendi sahasında diğeri deplasmanda yenilmeme alışkanlığına sahip iki takımın ilk yarı boyunca özen gösterdiği tek şey bu “unvanlarıydı” olmalıydı!.. Çünkü beraberliği korumaya birbirlerini üzmemeye oynadılar bir devre.
Koca 45 dakika Fenerbahçe’nin uzaktan Ekici, Topal ve Giuliano ile üç şutu var; kaleyi bulan şutu yok... Kontratakçı Akhisar’ın ise pozisyonu…
Oysa Fenerbahçe maça orta sahaya ve topa sahip olarak başlayıp Akhisar’ı adeta kendi yarı sahasına hapsetmiş kaybettiği topları hemen geri kazanan görüntüdeydi.
Kazanıyordu işe yaramıyordu.
Geride kalan Ekici, içeri giren Valbuena ve Giuliano yüzünden ne savunma arasına pasla adam kaçırabildi ne de son çizgiye inerek pozisyon yaratabildi derbi galibi.
Çünkü Valbuena yardım etmediği için Hasan Ali, önünde kimin oynadığı belli olmadığı için Isla kanatları çalıştıramadı. Fenerbahçe’nin üstünlüğü topa sahip olmak ve daha çok pas yapmakla sınırlı kaldı. O da bir süreliğine.
En baştan söyleyelim... Fenerbahçe Genel Sekreteri Sayın Mahmut Uslu’nun “Er Meydanı” derbi ardından Beşiktaş’ın Başkanı ve futbolcusuna “ters paça, iç kazık” dalması, gelenek/hukuk/nezaket sınırlarını aşmıştır. (nokta)
Lakin bir de “söyleyene” değil “söyletene” bakmak lazımdır!..
Nedir o söyleten?
Elbirliği ile yarattığımız “Futbol mekaniği”.
Yani, ayağını yorganına sığdıramadığı için rekabet falan gibi nahif duyguların kontrolünden çıkmış “yaşamak veya ölmek” ikilemine mahkum hale gelmiş kulüplerimizin bırakın futbol kurallarını, savaş kurallarını bile hiçe sayan bir mücadele içinde olması.
Ve son iki yıldır ortadaki tek tayını mideye indirip, peşinde koşan diğerlerini aç bıraktığı yetmezmiş gibi üçüncü defa aynı niyetle yola çıkan Beşiktaş’ın “kimyasını bozma” gerekliliği!..
Hazır sendelemişken işini bitirme gayreti.
Kadıköy’de maç olarak başlayıp “hercümerç” şeklinde sona eren derbiden çıkarılacak bir tek net sonuç var:
“Fenerbahçe dönüşümü” !
Evet, Fenerbahçe kazanarak sadece lige dönmedi, (ilk yarı itibarıyla) oyun anlamında dönüştü, evrildi, lige uygun hale geldi.
Özetle bu maçı Aykut Kocaman kazandı, Şenol Güneş kaybetti demek de mümkün...
Şenol Güneş’in hatası, penaltı dahil ilk yarıdaki üç Fenerbahçe pozisyonunun tek sorumlusu “Medel” ile sınırlı ama Aykut Kocaman’ın sevabı, tercih ve hamle ötesinde.
Topyekun değişim gibi.
Bir kere Beşiktaş’ın o bilinen hızlı, öne doğru futbolunu tamamen ortadan kaldıracak bir taktik yaratmış Kocaman.
Derbi sanki utangaç gibi!.. Biraz mahcup, biraz içine kapanık. Elinden gelse “yayın yasağı” koyacak taraflar.
Sebebi; Fenerbahçe’nin söyleyecek sözü, Beşiktaş’ın iddialı laflar etmeye niyeti olmaması.
Yine de herkes biliyor derbinin önemini.
Aslında, Beşiktaş’ın başkanından yazarına kadar derbi nabzını düşük tutmaya çalışması, “Kadıköy’de galibiyet” ihtimalini adeta “olmasa da olur” kampanyası ile gündemden kaçırması, makul/mantıklı ve zekicedir.
Ama nafiledir!
Galibiyet, Fenerbahçe için ne kadar “olmazsa olmaz” ise Beşiktaş için de o kadardır.
En başta teknik adamlar açısından...
Galibiyet ve özlenen puanlar bir yana, Alanya’da asıl “iç karartan ümit törpüleyen” eksiklerini giderme yolunda dev adımlar attı Fenerbahçe.
Bir kere santrforu belli artık... Janssen “havadan yerden atarım” derken işkembeden atmadığını belgesiyle ortaya koydu sahada kaldığı 84 dakikada.
İkincisi, Valbuena “yeniden” transfer edildi Fenerbahçe’ye!..
Kahredici “çalış çabala takımın hamallığını yap bir işe yaramasın” pozisyonundan, “gol atan, attıran, rakip kaleyi silkeleyen” gerçek Valbuena kimliğini bu maçta buldu.
Giuliano ile Janssen’in zaman zaman çift forvet gibi işlemesi, zaman zaman takımı ileri roketlemesi, Mehmet Ekici’nin yarım yamalak da olsa ısınma turunu idrak etmesi, hala hata yapmaktan korksa da Ozan’ın oyuna girmekten çekinmemesi, Souza’nın jokere dönmesi, Fenerbahçe’nin diğer kıymetli kazançlarıydı ama asıl takımın topyekun yükselmesi var listenin başında.
Aykut Kocaman’ın iki aydır söylediği buna benzer bir şey demek ki!
Evet... Fenerbahçe tempolu da oynayabiliyor... Tek top da oynayabiliyor. Kanat organizasyonu da yapabiliyor. Dikine de hızlanabiliyor.
En azından Alanya’da öyleydi.