İlk defa mı bir “haberi” yalanladı Fenerbahçe?.. İlk defa mı “teknik direktörümüzün arkasındayız” açıklaması yaptı?
Hayır!..
Peki, şu “Cehennem Donana Kadar” vurgulu son açıklama neden “trajikomik” geldi insanlara?
İki sebeple:
Birincisi dili!..
Resmi açıklamayı kağıda döken Fenerbahçeli “yetkili” artık hangi televizyon dizilerini izliyor, hangi umumi tuvaletteki duvar yazılarına hayran kalıp ezberine geçiriyorsa; teşbihin dibine vurup abartma sanatının Everest’ine tırmanınca, ortaya “Acılı Adana” gibi bir arabesk çıktı.
Onaylayanı biliyorum ama “müellifi” çıkaramadım... Ben, Fenerbahçeli yazarımızın “hafriyat işlerine” aşina olduğundan şüpheleniyorum… Damperli kamyonun arkasında da okumuş olabilir “Cehennem Donana Kadar” sloganını.
Arkadaşlar, aranızda bir AFP’de (Avrupa futbol Prensliği) forma giyen TC vatandaşı ile gurur duymayan TC vatandaşı var mı?
Hele Real Madrid’de yıldızlaşan, Bayer Münih’i sırtlayan bir evladımıza saygı/sevgi duruşunda bulunmayacak, şerefine gözyaşı dolu kadehler kaldırmayacak bir kişi mevcut mu?..
Düşünsenize Barcelona’da üç Türk’ün birden sahaya çıktığını... Veya Manchester United’de...
Geçtik futbol endüstrisinin kartellerini...
Orta sınıf bir Avrupa kulübü, Türk futbolcularıyla UEFA’yı kazansa Türkiye’de gündem donmaz, siz oraya düzenlenen turlara katılmaz, biz tefrikalar yazmaz mıyız.
Yine de durumu “Futbolcunun yerlisi yabancısı olmaz” soğukkanlılığı ile karşılayanlar varsa, onlara lafım yok.
Aşmış o arkadaşlar.
Hayır, kimse seni yıpratmak istemiyor Aykut Hoca’m… Ortada ne varsa onu yazıyoruz sadece. Skordan bağımsız “Fena oynamadı” diyecek kadar bol keseden davranıyoruz ama skora bakınca “vah vah”tan başka çare kalmıyor. Kadıköy’ü, galibiyeti, Başakşehir maç istatistiklerini falan göz ardı etsek de bu Fenerbahçe’ye “iyi” diyebilecek kimse var mı bu memlekette?
Kalemi sana versek bundan fazlasını sen bile yazamazsın!
Çünkü malzeme ile ürün arasındaki orantısızlık, tuhaflık, gariplik, yavaşlık, soğukluk buna izin vermez.
Fenerbahçe için turnusol kağıdı gibi bir maçın ilk devresinde hiç de kötü oynamadı sarı-lacivertli takım… Ama garip!.. İlk yarının skoruna bakıyorsunuz Başakşehir 2-1 galip.
Neden?.. Çünkü Fenerbahçe rakip ceza alanı yakınına ya giremiyor ya da girdiğinde çoğalamıyor.
Gol, çatıya tırmanmak gibi bir şey… Merdivenin bir-iki basamağı eksikse, çok güzel tırmanırsın ama çatıya çıkamazsın.
Hele hızlı değilsen.
Nasıl ulaştık tarihi Hırvatistan zaferine?.. Üç gün önce Tekir balığı gibi dip kirinde debelenen Milli Takım, nasıl bir anda güçlü-hızlı ve zeki Orka’ya dönüşüp, Avrupa’nın futbol incisini hap gibi mideye indirdi?
Ne oldu da kaybedilmiş bir Dünya Şampiyonası Finalleri’nin içindeyiz, yetmedi liderlik hesabı bile yapabiliyoruz hâlâ?
Taktik, emek, zeka, şans tamam da...
İşin püf noktası “el birliği”!..
Yanlış anlaşılmasın. Bizde hiç olmayan “dayanışma” anlamında değil... Yine de sık rastlanmayan, “aynı hedef için elinden geleni ardına koymama” hadisesi!
Bu kadarı bile yetti.
Kimimiz bilerek, kimimiz farkında olmadan, bazıları kötülük etmek, bazıları kendini kurtarmak için katıldı bu “büyük imeceye” ve “ayrıntılar” dişli olup ortaya büyük bir güç çıktı!
Neydi o ayrıntılar?
Fen derslerinin veli toplantısı… Oğlu fizik-kimya-matematikten sıfır çekmiş adam, ortaya karışık hakaret ediyor:
“Bütün öğretmenler aşağılık”!..
Getiriyorlar çocuğun sınav kağıtlarını… Bir tane doğru yok.
“Fark etmez” diyor adam…
“Bu çocuk ilerde profesör olacak”.
Yahu, umalım ki, olsun… Lakin yılın ilk sınavlarındaki durum berbatsa, sınavlar bunu anlamak için varsa ve değerlendirme yapanlar çocuğun durumunu not vererek ortaya koymak zorundaysa, niye aşağılık olsunlar?
Görevlerini yapıyorlar.
Ne dersiniz; artık şu “İgor Tudor kompleksini” üzerimizden atma zamanı gelmedi mi?
Baksanıza adam ligle birlikte “seriye” başladı... Hem de nice “büyük umutlar” hâlâ tamirat tadilat işleriyle uğraşırken...
Derler ki, “Galatasaray’da elemanlar iyi”!
Buna, nefis bir konserden sonra yaylıları, üflemelileri övüp şefi es geçmeye çalışmak denir... Şef ile kişisel takıntısı veya hesabı olmayan ve müzikten anlayan birinin yapacağı iş değildir.
İmzası kurumadan sahaya çıkan adapte süresi, alışma falan gibi dertler edinmeyen, takımdaşlık içinde hızlı-baskılı futbol ortaya koyan, gol atan, zevk veren futbolcular beğenin beğenmeyin- Tudor’un eseri.
Eh, tribün dolu, taraftar mutlu, seri devam...
Sorarlar; Teknik direktör değil de damat mı arıyorsun be adam?
Bu yazı 24 yıl önce kaleme alınmıştır...
“Bunca dost, ağabey ve usta arasında “akrabalık hasebiyle” de olsa Namık Sevik için yazı yazabilmek doğrusu onur kaynağı...
Evet, rahmetli Namık Sevik benim dayımdı...
Güncel manada değil, annemin kardeşiydi...
Yaşam boyu hep onun gibi olmak istedim...
Sadece bir tek şeyde başarılı olabildim; Onu son yıllarda sürekli rahatsız eden “asabi tansiyon”u edindim...
Oysa, insan sevgisinden başlayıp yardımlaşma duygusuyla yükselen ve işine sahip olma prensibi ile birleşip “vazgeçilmez” boyutuna ulaşan, dostluk ve saygı dolu bir yaşam kim bilir ne güzel olurdu...
Yapı ne kadar “büyükse” ve daha da yüceltmek için ne kadar zenginleştirilip süslenmişse, yıkılırken çıkardığı gürültü, toz duman da o kadar büyük olur maalesef.
Acı da büyür, üzüntü de, kızgınlık da...
Tıpkı Fenerbahçe gibi.
Ve doğal olarak “suçlu” arar hayal kırıklığı içindeki kitleler.
Valla Aykut Kocaman o kadar “büyük hoca” ve suçu üstlenmek için o kadar uygun fırsatlar yaratıyor ki, fatura adresini bulmak kolay oluyor Fenerbahçe’de.
Madem Giuliano, Soldado oynayacak durumda, böylesine vahim böylesine önemli “ikinci” sezon açılış maçında neden ezber bozulmaz en baştan? Mutlaka mağlup duruma mı düşmesi ve hocanın ustaca müdahalesi ile takımı beraberliğe mi taşıması lazım yoksa?
Bu mudur Fenerbahçe’nin 40 bin kişiye sunacağı zafer?
* * *