Milli maç arasından önce ikisi de kazanmak zorunda olan Fenerbahçe ile Osmanlıspor maçından ne beklenirdi?..
Futbolu falan bir kenara koyup skor için yırtınan takımlar değil mi?
Osmanlıspor’a uyardı doğrusu...
İleride Aminu, Serdar, Regattin gibi atletik ve hızlı futbolcuları vardı. Ortadan Musa ile Lawal’ın katkıları malumdu. Zaten hocası altı hücumcuyla başlamıştı. Onlar sekize çıkarıyordu.
Ama bugüne kadarki Fenerbahçe ile yakından uzaktan alakası yoktu “iyi futbol yerine iyi skor” aramanın.
Üzerinde emanet elbise gibi duruyordu.
O topa sahip olurdu; ancak ruhuna asla!..
Umutsuz vaka sanki!.. Durumu mu idrak edemiyor, gücü mü yetmiyor, kafası mı çalışmıyor, valla anlaşılamıyor.
Tepeden tırnağa sevenlerini üzmek için örgütlenmiş bir ekip gibi Fenerbahçe... Üstelik bu işi kendini mahvederek yapacak kadar tuhaf bir ruh halinde.
Asırlık mazisi, milyonlarca seveni ve Fenerbahçe gibi büyük bir adı da olsa, bir İstanbul takımı kendi sahasında sezonun sert ve pırıl pırıl Anadolu elması Kayserispor ile berabere kalabilir.
Ama berbat bir sezon başlangıcından sonra ayağına kadar gelmiş üçüncülük şansı ortadayken, kötü günleri bitirecek galibiyet altın tepside sunulmuşken, bu kadar bireysel hatalardan gol yiyip bu kadar şaşkınlaşıp bu kadar son saniyede tüy dikerek iki puan verirse onun ya aklından ya gücünden şüphe etmek, herkesin birinci vazifesidir.
En başta onu sevenlerin.
Hiç mi işe yaramadı Kayserispor beraberliği?
Yaramaz olur mu...
Sondan başlayalım... Trabzonsporlu Rodallega ile Çorum Belediyesporlu Yakup Kayış arasındaki kırmızı kartla biten kavganın tetikleyicisi, futbol dünyasının laneti “ırkçılık” olabilir...
Hatta “kesinkes” öyledir!
Lakin görüntüler ışığında ve hayatın normal akışı doğrultusunda, muhtemelen Rodallega Yakup’a “pis beyaz” falan demiş olmalı!..
***
İnsani davranış kalıplarına göre Rodallega’nın üzerine yürüyen Yakup Kayış mağdur ve kızgın durumda... Rodallega ise “sen kim oluyorsun” sükuneti ile üzerine hamle yapan Yakup’a kafayı çaktıktan sonra ten rengi yüzünden aşağılandığını düşünen bir sporcu tepkilerinden çok uzak.
Kafayı atıyor, “yahu bana şöyle dedi” falan yok...
O sonra... Şapkayı önüne koyup “Galatasaray maçında takımda olmayacağımı nasıl izah ederim” kafaya dank edince.
Biri Igor Tudor’a Galatasaray’ın teknik direktörü olduğunu hatırlatsın!..
Çünkü o kendini hala Karabükspor’un hocası sanıyor.
Bakın Fenerbahçe derbisine...
Sanki İstanbul’da yıldızını parlatmaya çalışan bir teknik direktör görüntüsünde.
Bir hafta boyunca kafa patlatıp “çalışan makineyi” tamir etmiş, bitirip kapağı kapadığında yerine koymayı unuttuğu civatalara da “bunlar fazla” demiş!
Üç stoperli sol kanatsız bir tuhaflık haline getirmiş canım takımı.
Bize tuhaf geliyor; siz bir de Feghouli’ye, Belhanda’ya, Tolga’ya, Fernando’ya sorun...
İnternetten siparişte parası ödenen yerine uyduruk şeyler geldiği oluyor ya... Galatasaray-Fenerbahçe derbisi de ona benzedi!..
Sipariş derbi idi, paketten hem Galatasaraylıya hem de Fenerbahçeliye bol miktarda narkoz çıktı.
Oynamaktan çok oynatmamaya odaklanmış büyüklere sorarsanız; kazasız belasız atlattılar bir derbiyi daha!
Acaba öyle mi?
Galatasaray’a göre hava hoş… Keşke ligin sonuna kadar bu ayar gitse.
Ama, son yirmi dakikada on kişi kalmış, sistemi ve ayarlarıyla oynanmış Galatasaray’dan galibiyet almak yerine, ileride kapanacağını sandığı(başta Kocaman) sekiz puan farkı içine sindiren Fenerbahçe’ninki sadece sorunu halının altına süpürme.
Derbinin sürprizi daha maç başlamadan İgor Tudor’dan gelmiş ve hoca sekiz haftadır takır takır çalışan takımın sistemini üçlü savunmaya çevirmişti.
Yanlış okumadınız... Galatasaray derbisinde Fenerbahçe’nin alacağı sonuçlardan belki de en kötüsü beraberlik olacaktır.
Hele ne oynatıp ne de oynayarak alınan bir beraberlik...
Golsüz mesela...
Ya da rakip ceza sahasına iki kere girip birini gole çevirerek falan.
Yani, baskın, üstün en azından eşit olmadan...
Futbol cilvelerini payanda yaparak, derbi meçhulüne sırtını dayayarak alınacak bir puan, ıskartadır, boştur, hatta zararlıdır Fenerbahçe’ye.
İki haftada montajı tamamlanmış, derhal seri üretime geçmiş ve takır takır çalışmaya başlamış Galatasaray makinesine saha ve seyirci avantajına rağmen sigorta attırmak, ne zamandan beri futbol adına kötü bir sonuçtur diyenler olabilir.
Futbolcularıyla el ele Vardar karşısında “futbola işkence ettiği” yetmezmiş gibi “olay mahallini terk ederek” işe bir de “iletişim skandalı” eklemişti Aykut Kocaman.
Karşılığı, sadece bizde değil her coğrafyada “ağır eleştiriydi” kaçınılmaz olarak.
Sahadaki kötü performans, basın toplantısındaki kişisel tercihle köpürdüğü için eleştirilerin de “aynı alanları” kapsamasından sorumlu olan Aykut Hoca’nın kendisiydi.
İlk düğmeyi yanlış ilikleyen oydu...
Yine de haksızlığa uğradığını düşünmüş, düşüncesini ligde Gençlerbirliği’ni yenince “ben kime ne yaptım, anlamış değilim” cümlesiyle getirip mağduriyete dayamıştı.
Bir türlü anlam veremediği kendisine karşı asimetrik “kin ve öfkeydi”.
Dört yıldır yoktu ki... Niye her fatura ona kesiliyordu?
Açıkçası, Evkur Yeni Malatya’dan kefilsiz, peşinsiz, temiz bir alışveriş yaptı Fenerbahçe ve gelecek hafta “umduğuna mı, bulduğuna mı razı olacağı” belirsiz Galatasaray davetine kadar nevaleyi doğrulttu...
Teşekkür etmeli Malatya’ya...
Veya takımını sertlikten, rakibi durdurma niyetinden uzak, futbol oynayarak Kadıköy’den bir kahramanlık öyküsü çıkarmaya çalışan Malatya’nın yeni teknik direktörü Erol Bulut’a minnet duymalı...
Peki, Fenerbahçe’nin ortaya koyduğu futbol sadece rakibin iyi niyetine mi bağlıydı?
Asla...
En azından ilk yarının tamamında, ikinci devre ara ara da olsa coşku, tempo ondaydı...
Hızlı çıkma, pas opsiyonu yaratma, rakip ceza sahasında çoğalma, topsuz koşu, arzu, futbola tat katan ne varsa mevcuttu.