Ne insanımız, ne ülkemiz, ne de çevre coğrafyada “havalar” müsaitti. Futboldan dolara kadar tatsızdık. Malum; mevsim sonbahardı.
Ama Ekim’in serin gecesinde yeniden çiçekler açmış olmalı İzmir’in dağlarında...
İnanmayan gitsin baksın.
Çelik ve çiçek su ister; su unutulmasın.
Zafer, umut, şükran ve şükür kokusu Dolmabahçe’yi sardı bile...
Üzerine kötü kader gibi abanan taşı toprağı iterek, kurda kuşa aldırmadan, dalı kırık, yaprağı eksik olsa da cesaretin en katıksızıyla bir avuç çiçek, mehtaba selam durdu bal alacak arıları beklemeye koyuldu eminim.
Hem İzmir’in dağlarında hem de Vodafone’da...
Şahidim.
Gözlerimle gördüm ve mesleği, profesyonelliği, analizi, sentezi bir yana koydum, duygularımın esiri oldum; özür dilerim.
Şampiyonaya katılan tüm ülkelerin toplamından daha çok ampute futbolcuya sahip olmamız, nasıl ki hepsinin toplamından çok acı çektiğimizin belgesiyse, gülerken ağlamamız, ne yapacağımız bilmememiz, kağıdı kalemi fırlatıp duygularımızı yazmamız da o kadar hakkımız olmalı.
O ne muhteşem manzaraydı...
Tribün şiir yazıyordu. Sahadakiler şiirin ta kendisiydi. Nazım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları sayfa sayfa maviliklere yürüyordu.
Milli forma bu kadar hakkını helal etmemişti taşıyana uzun zamandır.
Ve Türk halkı...
Futbolla hiç bu kadar mutlu olmamış, gururlanmamıştı epeydir.
Neden?..
Çünkü bir “ödeşme” vardı Beşiktaş Stadı’nda.
Sanki kırk yıllık terör belasının, trafik canavarının, yanlış tedavilerin, iş kazalarının ve kahrolası kötü talihin tazminatını cebine koydu, üstüne bir de futboldan alacağını tahsil etti memleketim.
Şampiyon Ampute Milli Takım’a gelince... Onlar kaderle hesabını gördü.
Ve 2-1 galip çıktık el ele...
Futbol ötesi bir mesele...
Şampiyonluk üstü.
Zafer denilen şeyin, her seyredenin yüreğinde fokurdayıp koltuk değnekli gençlerin Ay-Yıldızında volkana dönmesi ve kim var kim yoksa herkesi yakıp kavurmasıydı sahadaki.
Kimlerin emeği varsa o güzel tribünlerin alkışları biraz da onlara gitsin.
Bizim alkışlarımız da kardeşlik ve dayanışma örneği o tribünlere...
Şampiyonlara ise daha fazlası.
Su, toprak, sevgi ve yaslanacak omuz mesela.
Şampiyona ülkemizdeydi ama öyle kolay lokma değildi kupa. Gol bile yememiş bir İngiltere vardı karşılarında.
Ama Rahmi’nin kornerine Barış’ın şutu üzerine yedek kulübesi çukurundan dört metre öteye sıçrayan ampute futbolcuyu gördük ya... O bile yeterdi.
Serkan’ın pasını kaleye gönderen Ömer, rakibin golünden bir dakika sonra İngiltere kalesini ikinci kez havalandıran Osman, Avrupa Şampiyonu olan takım, al bayraklı tribünler... Başka ne istenir ki futboldan.
Aslında şampiyonluktan çok öte bir şey yaptı bu çocuklar... Kaderlerini paylaşan milyonlara kaderin de yenilebileceğini gösterdiler.
Tek gereken cesaretti…
Che Guevara’nın söylediği Nazım Hikmet’in yaşamına rehber ettiği cümle gibi:
“Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, aslında biz cesaret edemediğimiz için zordur”
Bravo cesur çocuklar.