Skordan, futboldan bağımsız, candan yürekten “teşekkürlü tebrikler” anasının ak sütü gibi helaldir bu kupa finaline...
Keşke elimizden daha çoğu gelse... Çünkü Ahmed Arif’in Adiloş Bebesi gibi, helal şeyler alanı da büyütür vereni de...
Galip Akhisarspor’a, mağlup Fenerbahçe’ye, Güneydoğu’yu ev sahibi yapanlara, pırlanta kesimli stada, ölçülü tribünlere, misafirperver Diyarbakır halkına bravo.
Hasretmişiz fiziğini sadece sahada kullanan düzgün kimyalı futbolculara...
Özlemişiz rakibe bel altı çalışmayan hocaları, yöneticileri.
Tekmeyi sadece topa atanlarla, Yılmaz Odabaşı’nın “Hayat gül kokulu bir sağanak yine” şiiri kadar güzeldi Diyarbakır.
Sıra şampiyona saygıda...
“Aykut Kocaman sezon sonu Fenerbahçe’ye veda mı edecek” sorunun yanıtını sadece Aykut Kocaman verebilir...
Ama “Kocaman bırakmalı mı” sorusuna verilecek cevap kısa net ve bellidir:
Evet!..
Yanlış anlaşılmasın... Kimse Aykut Kocaman kötü hocadır, takımı yönetemiyor, Fenerbahçe aidiyeti yetersizdir falan demiyor... Hatta başarısız da değil.
Eleştiririz, kızarız... Yine de bir sistemi, bu sistemde ısrarı, duruşu, hatta inadı vardır ve hesap kitaba göre -ancak sezon sonuna denk gelse bile- Fenerbahçe futbol grafiği yükselmekte, en azından düşmemektedir.
Lakin, bu kez futboldaki “tabu” devrededir.
Yani tribünler.
Öfkesi burnunda seyirci için uzun seçim atmosferinden sosyal medya zehirlemesine, oradan da toplum psikolojisine kadar pek çok gerekçe bulunsa da en büyük soru işareti mutsuz olduğu yere neden geldiğidir. Birilerini protesto etmek zevk veriyor mutlaka.
Patika varken düz dağa tırmanarak “var oluşuna” anlam katmaya çalışan reklamdaki zorlama maceraperestin “ben zor olanı severim” böbürlenmesini nasıl cevaplıyordu tüketiciye kolaylık vaat eden dış ses?..
“Valla sen bilirsin”!..
Evet... Herkes tercihlerine göre yaşar, başarır ve sonuçlarına katlanır. Fenerbahçe’ye ve onun futbol aklına verilecek yanıt da benzerdir:
“Valla Aykut Hoca bilir”!
Düşme hattından kendini zor güç kurtarmış, beş ay maaş alamayıp antrenman grevine girişmiş futbolcuların Bursaspor’u ne yapabilirdi son beş maçını kazanıp grafiğini zıplatmış Fenerbahçe karşısında?
Beraberlik sürdükçe savunma değil mi?
Yani kanat beklerinin falan çıkmasını kimse beklememeli Bursaspor’dan Kadıköy’de... Ve Fenerbahçe bir an önce gol atmalı ki, kazanmak bir yana, fark atmak için çıktığı maçtan beklediğini alsın.
Beşiktaş futbol takımı, teknik direktör Şenol Güneş başta olmak üzere yarıda kalan yarı final maçına çıksaydı ne mi olurdu?..
Kalan 33 dakikada sahada yaşanacakları ve skoru asla bilemeyeceğiz... Ama kesin olan bir şey var; kupa macerası ile Fenerbahçe’nin oyun hamuruna dönen “Şenol Güneş ve Beşiktaş karizmasına” yazık olurdu!
Yenilerek, elenerek falan değil... Sahaya çıktığı anda...
***
Anlamayanlar için açalım:
Beşiktaş teknik direktörü Şenol Güneş ve yedek kulübesi hakkında Fenerbahçe cenahından gelen tüm suçlama ve imaların gerçekliğini kabul etmiş, ortada bir tezgah varsa kendisi kurmasa bile fırsattan yararlanmaya çalışmış, bunun için de gerçeğe aykırı işlere girişmiş olduğunu “ikrar” anlamına gelirdi Kadıköy’e gelmek.
Neden?.. Kilit nokta Fenerbahçe’nin basın toplantısı. O toplantı ve oradaki suçlamalar olmasaydı, maçın kaldığı yerden tekrarı pekala olabilir, Beşiktaş itiraz etse bile katılabilirdi.
Sadece küskün, üzgün, dargın falan değil Beşiktaş’ın hocası Şenol Güneş... Resmen şafak sayıyor!
Telefonunu kapatıp, her şeyi olduğu gibi bırakıp, kimseye haber vermeden Gelibolu’da balık yemeğe gitmediyse Beşiktaş’a ve futbolcularına saygısından.
Hatta duruşundaki kederden, sözlerinin satır aralarından “mesleği bırakacakmış gibi” mesaj alıyorum Hoca’dan... En azından bu coğrafyada yapmayacak sanki.
Neden?..
Hakaret eden dalga geçen Galatasaray tribünleri mi sebep?
Onlar “üçüncü şahıs”... Durumdan çıkar sağlamaya çalışanlar. Asıl “önayak olanlara” hatta “azmettirenlere” bakalım.
“Fenerbahçe” deyip geçemeyiz bu kez... Adını koyalım:
Kimi Başakşehir gibi ileriden dikkatle bakıyordu “hadiseye”, kimi epeyce geriden; Fenerbahçe’nin yerinden merakla...
Galatasaray ile Beşiktaş ise tam ortasında, hatta olayın ta kendisiydi.
Yangınsa, yanacak olan da onlardı; zaferse tadacak olanlar da...
Seyredene de oynayana da “heyecanın dördüncü boyutunu” vaat eden derbi, tuhaftır ki, oynayanlar adına talih sayılmazdı.
Varını yoğunu yazı turaya yatırmak gibiydi...
Düşünsenize; ayakta kalmak için karşındakini hayalleriyle birlikte yıkmak gerekliydi.
Biraz zalimce!..
Kasımpaşa’yı sahasında deviren Fenerbahçe, ligin son düzlüğünde beşte beş ile dört nala... Ama şöyle okkalı tarafından bir “bravo”ya çok uzak daha!..
Neden?.. Defalarca kucağına gelen, adeta altın tepside ikram edilen “şansı” elinin tersi ile itip heba ettikten sonra aynı fırsat için kan ter içinde çabalayıp, varını yoğunu ortaya koyanlara nasıl şüpheyle bakılırsa Fenerbahçe de aynı durumda...
İltifat ve eleştiri bir arada!
Her şeye rağmen iştahı ve gayretleri nedeniyle takdir edilmelidir ama bir yandan da “aklın neredeydi zamanında” diye eleştirilebilir.
Artık şampiyonluğun kendisine değil sadece şansına kavuşabilmek için beş haftadır ne mümkünse yapması az buz iş değildir. Lakin, o bile artık kendi elinde değil. Osmanlı-Başakşehir, Galatasaray-Beşiktaş maçlarına bağlı kaderi.
Kasımpaşa Fenerbahçe’nin ağırdan alıp kendi oyununu kurmasına, fırsat vermeyen bir baskı ile başladı maça. Alışılmış rakibi ortada bekleyen sonuca kontrataklarla giden Kasımpaşa gitmiş, yerine açık futbol oynayan, önde basan Kasımpaşa gelmişti.
Çalıştığı yerden gelmemişti Fenerbahçe’ye...
Evet… Başlığı doğru anladınız!..
Fenerbahçe futbol takımı tribün olayları nedeniyle yarıda kalan kupa maçında “hükmen mağlup ilan edilmekten” Başkan Aziz Yıldırım sayesinde kurtulmuş, maçın kaldığı yerden oynanma müjdesini onun becerisiyle almış ve Beşiktaş’ın maça çıkmayacağını açıklamasıyla final şansını yakalarken ona borçlu kalmıştır!
Ama nasıl?..Asıl ona bakın!..
“Masa başı oyunlarıyla” mı?..
Federasyondaki “ahbap çavuşlarıyla” mı?
Fenerbahçe’nin gücünü ve popülaritesini “baskı unsuruna” çevirerek mi?
Siyaseti mi kullandı, medyayı mı?