Fenerbahçe gibi sezonlar boyu hem hayallerinden hem de rakiplerinden uzak kalmış, sahada ruhu dolaşmış dev bir kulübün taze yönetimi, elbette yeni ve dilediği adamlarla çalışacaktır.
Yetki ve sorumluluk sahiplerinin Aykut Kocaman’ı gönderip takımı Phillip Cocu’ya emanet etmelerini bugünden eleştirmeye kimsenin hakkı yoktur.
Bu bir vizyondur... Hedeftir... İddiadır.
Yani Fenerbahçe’ye lazım olandır.
Ah bir de Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe kimliğine özen gösterilseydi yolları ayırırken!
Çünkü “usül, esastan önemli olur” kimi davalarda...
Ve... Eleştirmek isteyene sebep yaratılır.
Daha ben “nasılsınız” diye hal hatır sormadan, popüler sloganın güftesini patlattı hattın ucundan:
“Ali Koç başkan Fenerbahçe şampiyon”!..
Kim mi?
Mahmut Uslu... “Eski” Fenerbahçe’nin iki numaralı adamı... Ali Koç’un selefi Aziz Yıldırım’ın yol arkadaşı ve eski yönetimin genel sekreteri.
Malum, genel kurulda yine yönetim listesinde vardı. Gerçi artık dinlenmek ve işleriyle ilgilenmek istiyordu ama kadroyu güçlendirmek için ikna edilmişti.
Nutkum tutuldu tabi...
Fakat zeki insandır Mahmut Uslu... Siz soruyu düşünürken o cevaplar. Muharrem İnce karşısındaki Nagehan Alçı gibi alfabeyi karıştırmama ramak kala açıklık getirdi:
Pazar günü yapılan yüzyılın Fenerbahçe kongresindeki asıl “haber” Ali Koç’un başkan seçilmesi değil, Aziz Yıldırım’ın başkanlığı kaybetmesidir.
Hem de Genel Kurul’daki oyların dörtte biri gibi kahreden bir azınlıkla!
Çünkü, Ali Koç gibi bir adayın, fiziğiyle, kimyasıyla, ekonomisiyle, sanayisiyle, eğitimi ve ailesiyle “siyasetten, yılın adamına; genel kültürden, şıklığa kadar” gireceği her yarışı kazanması kuvvetle muhtemeldir.
Hele söz konusu yarış, 6 yaşından beri tribününde oturduğu, yöneticilik yaptığı, veliaht gösterildiği Fenerbahçe’deyse...
Ama asıl soru; Aziz Yıldırım nasıl ve neden hezimete uğradı?..
Öyle ya!.. Yirmi yılın 365 günü, 7-24 mesai verdiği, cüzdanını paylaştığı, uğruna prangalar eskittiği, onuruna eserler diktiği Fenerbahçe’de, ne ara bu kadar “istenmeyen başkan” oldu Aziz Yıldırım?
Yoksa vefasız mıydı Fenerbahçeli?
Ne mutlu Fenerbahçe’ye ki, başkanlıkta “en’el hak” demiş Aziz Yıldırım efsanesinin karşısına bir sanayi devi ailenin Fenerbahçe aşığı genç ve zeki evladı Ali Koç’u koyacak kadar birikimi, güçlü yapısı, sağlam mayası var...
Abartmıyorum!.. Böyle adayları Barcelona da tek geçer başına taç yapar, Real Madrid de.
İyi de...
Üzerinde yaşadığımız şu mavi gezegenin atmosferini soluyan ve futbol aşkını/sevgisini/ilgisini “Sarı-Lacivert” tanımlayan bir sporsever, önce ne bekler Fenerbahçe’den?..
Kadim kulübün “fıtratında” var olan şampiyonluk değil mi?
Bu bir alışveriş veya ilişkinin sağlıklı sürmesi için baskı, ön koşul, zorlama değil... Gönlünün zirvesindekini, başta futbol her branşta zirvede görmek istemekten daha doğal ne olabilir?
Peki... Şampiyonluk denilen eşsiz haz ve doyum duygusuna nasıl/neyle ulaşılır? “Alet edevat” olarak ne gereklidir?
“Dibe vurma” sinyalleriyle başlayıp “zirvede” bitirdiği sezonda malzemeciden Başkan’a kadar özenilecek, kıskanılacak ve iftihar edilecek bir Galatasaray var ortada...
Öncelikle -bir kişi hariç- daha en başından doğru adamları almış...
“Yanlış adam” teknik direktörü, futbolun en ağır travması ve “şampiyonluğu kaçırmanın” haklı sebebi sayılacak “riski” göze alarak sezon içinde değiştirmiş.
Bu kritik değişimi tereyağından kıl çekercesine halletmekle kalmamış, giden hocanın yerine en isabetli, hatta “garanti belgeli” tercih yapmış.
Bir yandan en kıymetli futbolcusunu satarak bütçeyi düzeltmeye çalışmış, öte yandan “kim aldı bu adamı” denilenler de dahil, tüm kadrodan kanının son damlasına kadar randıman almış.
Başkan, yönetim, teknik adam ve futbolcular kimseye bulaşmamış, karşılığında kimse tarafından taciz edilmeden işine odaklanmış, şikayet etmemiş, şikayet edilmemiş... “Düşmansız tarafından” taraftarını konsolide ederek ezber bozmuş.
Borçlar yüzünden sigaya çekildiği UEFA’nın elinden -korkulanın aksine- beklenenden az ceza ve tavizle kurtulmuş, Avrupa yasağını atlatmış.
Şenol Güneş hocamız, sezonu “dayak yedik tiyatrocu olduk” isyanı ile kapatıp, yarıda kalan Fenerbahçe maçını gündeme geri çağırdığına göre, üzerine yazı üşürmek yaraları deşmek anlamına gelmese gerek.
Açıkçası, o yol vermeseydi tekrarlamaktan hicap duyduğum bir hadiseydi.
Evet... Kendi düşen ağlamaz!.. Ama kafadan isabet alıp düşene her şey serbesttir.
Söylediklerinin altına imza atarım Şenol Hocamın.
“70 yaşında bir adam olarak sürünmek benim ayıbım değil” tespitinden, “hem dayak yedik hem de kumpasçı, tiyatrocu olduk” serzenişine kadar tamamında haklıdır.
Olay sırasında tansiyonunun 19,5’a fırladığını, retinada yırtık olduğunu yeni öğrendik, bir kere daha üzüldük. Allah onu Türk Futbolu’na bağışlamıştır.
Ancaaak...
Yiğidi öldür ama hakkını yeme!.. Fenerbahçe takımı, hocası ve yönetimi sayesinde, futbolun gerçeklerine yüzde yüz ters düşse bile son maçın son devresine kadar “hayal kurması bedava” bir sezon yaşadı.
Orhan Veli’nin “Hava bedava bulut bedava / Dere tepe bedava yağmur çamur bedava” dizelerine hayal kurmayı da eklemek, umutsuz olmaktan çok iyi idi. Gerçi, biraz çocukçaydı “önün, arkan, sağın, solun yenilecek; sen şampiyonluğu sobeleyeceksin” gibi koşullar... Tribünlerdeki boşluğa bakılırsa Fenerbahçeli, Aykut Kocaman kadar inanmıyordu şampiyonluğa... Ama asgari koşulları mevcut bir hayal, tatlıydı sonunda.
* * *
Öyle ya da böyle, 34 haftalık serüvenin son maçına kadar şampiyonluk şansını sıfırlamadan gelen, hatta maçın ikinci devresine taşıyan ekibe, her Fenerbahçelinin teşekkür borcu var.
Hiç olmazsa kalbinin yarısıyla...
Olmadı; yarım ağızla!.. Ama mutlaka.
Neden mi?..
Geçmişi, geleceği karıştırmadan, takımların koşullarına, durumlarına falan aldırmadan, Süper Ligi seyretmeye 33. haftadan başlayıp 33. haftada televizyonu kapatan biri varsa, bayılmıştır Karabük karşısındaki Fenerbahçe’ye!
Sarı-Lacivertin üzerine dikine, inatçı, mücadeleci ve sonuç alıcı bir takım teşhisini yapıştırmıştır.
Tabi futboldan anlıyorsa Karabükspor’un zayıflığından ve kolaylıkla teslim olmasından şikayet edebilir ama onu da “Aykut Kocaman düşmanı mısın” diye sustururlar o zaman.
Lakin bilen biliyor durumu…
Küme düşmüş Karabükspor yazılıdan çaktığını bile bile formaliteyi tamamlamak için sınavın sözlüsüne giren talebe hüviyetinde. Moleküllerine kadar dağılmış maalesef.
Fenerbahçe’ye gelince, o bambaşka bir kimlikte!
Her şeyin bir ilki olduğu gibi Fenerbahçe de çift santraforla ilk ofansif deneyini yaşıyor. Adına “güvenli futbol” dediği yarısı hazırlık pasıyla geçen mızmız oyunu bırakmış ailecek hücum ediyor. Rakibi bükmek, gol atmak için 60’ları, 70’leri beklemek, ikinci devredeki ilavelerle sonuca gitmek gibi eksantrik hesaplar, bir maçlığına değişmiş.