Bir kere zamanlaması harikaydı sayın Ali Koç’un... Günün son saatlerinde başlayıp gece yarısı biten “Camiaya sesleniş” programını, çocuklar ve sezon hazırlığı sürecinde erken yatıp erken kalkan futbolcular izleyememiş olmalı!
Takımda birçok genç var, bari onlar etkilenmesin... Mali tablonun acı gerçeğini görüp bir an önce bu enkazdan uzaklaşmak lazım hesaplarına girmesin.
Çünkü Başkan Ali Koç’un sakin ve sağlam hitabetine karşın, anlattıkları korku filmi gibiydi.
Espri bir yana, ne haldeymiş Fenerbahçe yahu...
Batmış resmen.
***
Fenerbahçe TV’den, Fenerbahçe’nin “nükleer denizaltı” değil, yosun ve midye bağlamış kadim bir batık olduğunu gözler önüne seren muhasebede, en çok tüylerimi diken diken eden “ne” derseniz... Eskiden transfer yapacak para yokken arsa falan toplar, patır kütür inşaat yaparlardı; bir türlü anlayamazdım. Meğer taşınmazları borca alıp ipotek yaparak finansman sağlamak gibi bir yöntem tutturmuş Aziz Yıldırım yönetimi...
Mesele “milli” ise ne kendimi ne de kalemimi tutamam ama “hayret”!.. Üzerimde bir rehavet; hatta keyifli hissettim için için... Cayır cayır orman yangınına “doğa kendini yeniliyor” memnuniyeti ile yaklaşan bilim adamı sükunetiyle karşıladım Mesut Özil vakasını...
Hatta, “beyaz adamın” istilasından önce çıkardıkları kontrollü yangınlarla Amerika ormanlarını cennet bahçesi haline getiren “Kızılderili bilgeliği” ile!
Belki kızdım, üzüldüm ama bu duygular daha alt sıralarda.
Neden mi?..
Birincisi... Avrupa’nın göbeğine kurulmuş, yarınından endişesiz, zengin, üretken insanların Almanyasında bile bol miktarda ilkel/salak varmış! Dış ticaretin milyarlarca “artı” vermesi, teknolojinin zirve yapması, bilimin sanatın özgürlükle taçlanması, medeniyet denklemini tamamlamaya yetmiyormuş demek.
Bu cümleleri hak etmeyen Almanları tenzih ederim...
Ama olaya futbol parantezinden bakınca, federasyon başkanından en büyük kulübün başındakine, pek çok üst düzey Alman’ın sokaktaki dazlaklardan farkı olmadığı ortada.
Futbol ekonomisi yıllardır “daralın, küçülün, öz kaynaklarınıza dönün” diye bas bas bağırsa da “batmak için” elinden geleni esirgemeyen ve şehvetle borçlanan kulüplerimize fren yaptırabilen tek otorite UEFA oldu.
Nasıl mı?..
UEFA kulüplerimizi batış noktasına taşıyan “rekabet motivasyonunu” kullandı ve önlerine, mali yapısını düzeltmeyeni “daha hızlı batıracak” yaptırımlar koydu.
O zaman ortada rekabet falan da kalmayacaktı ki!
İnanılmaz ama doğru...
Yasaklar ve kurallarla “intiharın men edilmesi” gibi bir şeydi önceki durum. Dama çıkıp ölmek isteyen adamı hangi yasak, hangi kural engellerdi?
Hele intihara sürükleyen sebep rekabet gibi “ezeli ve ebedi” ise!..
Herkes çok iyi biliyordu yeni sezonun can sıkan “detayını”!.. Çünkü herkesin başındaydı:
Fenerbahçe satmadan alamıyordu.
Beşiktaş kafasına göre borçlanamıyordu.
Galatasaray hiçbirini yapamıyordu.
Varın siz hesaplayın gerisini.
Öyle ki, artık “okkalı bir transfer” yarım şampiyonluk demekti.
Hatta “tam”!
UEFA ile oynanan bu kedi-fare oyunundan sıyrılabilen, fırdöndüde “hepsini al” gelmiş gibi parsayı toplar, ezeli rakiplerini geride dımdızlak bırakabilirdi.
Fenerbahçe taraftarının eylemi, Aatıf’a karşı “ön yargı” mıdır “yargısız infaz” mıdır bilinmez ama teknik direktör Phillip Cocu’yu hayrete düşürdüğü belli...
Haklı Hollandalı... Takım İstanbulspor siftahı ile henüz hazırlık maçlarına hazırlanıyor, tribünler bodoslama Aatıf’a dalıyor.
Doğal olarak ağzı açık kalıyor Cocu’nun...
Ne “yaptı” veya “yapamadı” da beğenmiyorlar adamı diye soruyor kendi kendine. Yeni geldi, yerli yardımcısı yok ama Aatıf’a ilişkin “alıp veremedik bir durum” olsa birileri uyarır Hoca’yı değil mi?
Aatıf geçen sezon takımı perişan eden adam desen, o değil... Aykut Kocaman, sportif direktör Comolli içtimalarında bahsetmemiş Aatıf’tan, veda raporunda not düşmemiş, yöneticiler “satalım” dememiş.
Nasıl anlam versin Cocu?.
Sevabımıza biz anlatalım bari:
Algı yönetiminin Galatasaray versiyonu böyle bir şey işte!..
UEFA, Avrupa’yı yasaklamaktan daha beterini yapmış, Avrupa’da ezilmenin ön koşullarından kına yakıp kurbanlık koyuna çevirmiş Galatasaray’ı...
Kadroyu “sözde” 21’e “özde” 13’e indirmiş...
“Satmadan alamazsın” kuralıyla onu da takviye yapılamaz hale getirmiş...
Deli gömleği giydirilip ringe sürülen boksör gibi “buyur Avrupa; çık oyna bakalım” demiş...
Hurraaa!..
“Şahane savunma ve şeffaflıkla atlattık cezayı”!
Her şeyden önce sporun haberinde, yorumunda en amansız rakiplerimizin başında gelirdi Habertürk... Dokuz yıl boyunca bir gün bile tehditkar yarışmacı konumunu kaybetmedi.
Doğaldı... Kurulurken belkemiği Milliyet Spor servisinden gitmişti.
Yani Namık Sevik ekolünden...
Onunla çalışmaya yaşı yetmeyenler, ondan “el alanların” atmosferini soluyup onun mirasından paylarına düşen meslek ilkelerine, sevgi ve empati melekelerine sahip olmuşlardı.
Ortalama zekalıların bile üstesinden gelebileceği haberciliğin bam teli, işte bu sevginin, empatinin ve ilkelerin “duruş” haline gelmesiydi ki, hepsine parlak bir zihinle birlikte cömertçe bahşedilmişti.
Aralarında emeğim olanlar da vardı, kader arkadaşım olanlar da, haber peşinden dipsiz kuyulara birlikte indiklerim de. Bir zamanlar ailemden çok gördüğüm bu insanlarla kırgınlık bile yaşamamıştım.
Sağlam, gözü pek, dürüst gazetecilerdi.
UEFA, Galatasaray’a uyguladığı yaptırımı “revize” edip “ibretlik düzeyine” çıkarmak şehvetiyle küresel futbol hukukunun karanlık dehlizlerine dalarken, bilmeden istemeden Türk Futbolu’na çok büyük bir fırsat yarattı aslında.
“Damarlarımızdaki asil kanı” hatırlama fırsatı... Barışma, rekabet ederken bile dayanışma fırsatı.
Değerlendirelim bari!
***
Nasıl mı?
Bugün Fenerbahçe çıksa yüzünü UEFA’ye çevirip “Galatasaray’a hukuksuzluk yapılmasın” dese...
Beşiktaş, “Galatasarayımızın arkasındayız” açıklaması yapsa...