Pazar günü yapılan yüzyılın Fenerbahçe kongresindeki asıl “haber” Ali Koç’un başkan seçilmesi değil, Aziz Yıldırım’ın başkanlığı kaybetmesidir.
Hem de Genel Kurul’daki oyların dörtte biri gibi kahreden bir azınlıkla!
Çünkü, Ali Koç gibi bir adayın, fiziğiyle, kimyasıyla, ekonomisiyle, sanayisiyle, eğitimi ve ailesiyle “siyasetten, yılın adamına; genel kültürden, şıklığa kadar” gireceği her yarışı kazanması kuvvetle muhtemeldir.
Hele söz konusu yarış, 6 yaşından beri tribününde oturduğu, yöneticilik yaptığı, veliaht gösterildiği Fenerbahçe’deyse...
Ama asıl soru; Aziz Yıldırım nasıl ve neden hezimete uğradı?..
Öyle ya!.. Yirmi yılın 365 günü, 7-24 mesai verdiği, cüzdanını paylaştığı, uğruna prangalar eskittiği, onuruna eserler diktiği Fenerbahçe’de, ne ara bu kadar “istenmeyen başkan” oldu Aziz Yıldırım?
Yoksa vefasız mıydı Fenerbahçeli?
Hayır... Haddinden fazla gerekçe birikti yirmi yılda...
Kimine göre Yıldırım’ın ters-yüz konuşmaları bardağı taşırdı ki, tamamen şehir efsanesi... Yirmi yıl önce nasılsa, 12 seçimi nasıl kazandıysa, yirmi milim farkı yoktu Pazar günü kongre üyeleri sandık başı yapana kadar. Hâlâ azarlıyordu tribünleri.
Aziz Yıldırım’a göre, Ali Koç’un 16 ay önceden adaylığını açıklaması tribünleri böldü, bu bölünme iç saha zaafı yarattı, iç saha zaafı şampiyonluğu kaçırttı, eski dostlar düşman oldu...
Domino etkisine tamam da... Bu kadarı zorlama.
Ayrıca söylediğine gerçekten inanıp hesabı görse, girer miydi muhtemel hezimete?
Fenerbahçe’nin böylesine keskin şekilde makas değiştirme ihtiyacı nereden doğdu peki?
Muhtemelen 3 Temmuz sürecinden yoruldu Fenerbahçeli...
Vefasızlık gibi gelebilir ama her insanın odaklanması, azmi aynı değildir. Aziz Yıldırım’ınki gibi hiç değildir. “Zarar ziyan tahsilatı” başlıkla yeni bir mücadele süreci fazla gelmiş olabilir kimilerine... Onları forse etmeden işleri takip edecek bir yönetim fikri, daha cazip her halde.
Ali Koç sık sık tekrarlıyor ya; “hayatta bazı kararlar mecburen alınır bazıları tercihen” cümlesini... 3 Temmuz’da mücadele “mecburendi” ama zarar ziyan tahsilatını Ali Koç’un yapmasını “tercih” edebilir, hatta geniş uzman kadrosuyla daha iyi yapacağını düşünebilirdi üyeler.
Belki maddi sıkıntılardan bıktı Fenerbahçeli, belki tek adamdan...
Başkanı “Koç” olan bir kulüpte bir daha kaynak kısıtlılığından söz edilemeyeceğini hesaplamış, Koç markasındaki kurumsallaşma yeteneğinin benzerini Fenerbahçe’de görmek istemişlerdir belki.
Bir yanda “dediğim dedik” Aziz Bey, bir yanda yanındaki gençlere “danışan/soran” onları onore eden Ali Koç.
Orta Doğu ile Avrupa farkı gibi.
Aziz Yıldırım’ın kendisini ve Türkiye’yi şoke eden mağlubiyetinde rivayet muhtelif !.. Ama kesin olan bir şey var ki, Fenerbahçeli’ye Aykut Kocaman futbolundan gına geldi.
Tersinden bakalım şimdi.
Son 34 hafta sarı lacivert formalar sahada Aykut Kocaman değil Ersun Yanal futbolu oynarken, Ali Koç’un bile alkışlamaktan avuçları yanarken ve sezon sonunda havada bir iki kupa dolaşırken, Aziz Yıldırım oyların ancak dörtte birini mi alabilirdi?
Sezon boyu yazdım, şimdi yine yazarım; Aykut Hoca tek başına Ali Koç’un kampanya ekibiyle yarıştı adeta.
Varlığı futbol odaklı kadim bir kulüpte, futbol “sevimsiz” hale gelmişse, ortalığı silip süpüren “değişim” dalgasına elbette pek çok neden bulunabilir ama hepsi talidir...
Aziz Bey’i futbol aldı götürdü öncelikle.
Neyse...
Her şey geride kaldı. Aziz Yıldırım kaybetti ama rakibi tarafından bile “efsane” madalyasına layık görüldü. Ali Bey kazandı. Alkışı da tebriği de sonuna kadar hak ediyor.
Birincisi, seçim zaferi için.
İkincisi, çok sağlam yönetim kurulu tercihleri için.
Üçüncüsü, seçildikten sonra irticalen; yani yürekten yaptığı “Aziz Yıldırım olmasaydı” parantezindeki konuşmada “Sezar’ın hakkını Sezar’a veren” ve 3 Temmuz’un takipçisi olacağının altını çizen, Atatürk’ün yolunu işaret eden cümleleri yüzünden.
Şimdilik bu kadar...
Yorumcuya düşen, icraatı görmek ve değerlendirmek bundan gayrı.