Başlık benim değil, sezonu adıyla şereflendirdiğimiz Fenerbahçe fenomeni Lefter Abi’nin!..
Gençler hatırlamaz; kendisi üç düzine yıl önce ateşine aldırmadan Milliyet yazarlığı gömleğini giymiş, tıpkı sahada olduğu gibi var gücüyle bildiğini yapmak için ter akıtmıştı.
Bildiği de yaptığı gibi “en iyisiydi” tabi...
***
O Milliyet yorumcusuydu, biz çocuk irisi/muhabir ergeni Milliyetli... Futbolun “yarı tanrısından” telefonla gelen “kutsal metinleri” dumanı üstünde okumak için tepesine birikirdik kulağına yapışık cazırtılı telefon ve külüstür daktiloyla mücadele edenin.
Hele Fenerbahçe’nin hassas bir dönemiyse...
Yine stattan çıkmış, vapurda düşünmüş, Ada’dan yazdırıyordu yazısını. Nezih (Alkış) abi gelenek olduğu üzere en son başlığı aldıktan sonra daktiloya çığlık attırarak kağıdı çekti ve ayağa fırlayıp kritik işlerde yüzüne yerleşen “olay var” ifadesiyle “başlığa bakın beyler” dedi:
Biz bu filmi görmüştük!.. Lig başlar, ne transferler biter ne alışma süreleri... Puanlar kaybedilir. Önce Milli Maç arası beklenir. Sonra devre arası... Ve sezon galibiyet serisi arayışlarıyla biter. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçer.
İşte size “yeni” Fener!..
Sahi, eskisinden ne farkı var?
Kadıköy’de dolan tribünleri mi?
Dikkat... Başarılı olamayan takımlar için dolu tribünler avantaj değil sorun haline gelir bir süre sonra. Başarı da topun üç direk arasından geçmesidir. Gelenler, gidenler, ümitler, hikayeler değil.
Kimi, neyi eleştirmek mümkün bu koşullarda.
Ne takım belli, ne sistem.
Sadece transfer ayının değil, günün ve yarının yıldız futbolcusu Emre Akbaba transfer piyasasına çıkmış, bir kolundan Galatasaray, diğerinden Fenerbahçe çekiştiriyorsa, eskiden ortalık yangın yerine dönerdi değil mi?..
Ama olmadı...
Galatasaray tereyağından kıl çeker gibi halletti.
Ne açık arttırma, ne suçlama, ne tehdit, ne şantaj... Eskisi gibi önce yöneticiler sonra camialar birbirine girmedi. Demeç mancınıkları bile çalışmadı.
Neden?
Genel kanı Fenerbahçe’nin başkanlık koltuğunda Aziz Yıldırım’ın değil Ali Koç’un oturması.
Ki, bu durum futbolun huzuru ve bu konudaki samimiyeti adına Fenerbahçe yönetimine kocaman bir “artı” yazmıştır ama... Camia ve taraftarlık müessesesi açısından Sarı Lacivert gerdanlıktan bir pırlanta eksilmese de Sarı Kırmızı gerdanlığa bir pırlanta eklenmesi anlamındadır ve kabul edilemez sınıfındadır. .
Valla helal olsun Aykut Kocaman’a!.. Bir hoca bir takımda ancak bu kadar iz bırakır. Futbolcu değişiyor, teknik direktör değişiyor, başkan değişiyor; futbol değişmiyor Fenerbahçe’de.
Daha doğrusu değiştiremiyor Cocu...
Rotasyon yapıyor diyorlar ya... Rotasyon işler iyi giderken yapılan yer değiştirmelerdir; Cocu’nunki rotasyon değil arayış, zorlayış. Çaresizlik kokuyor.
Fenerbahçe takımını eski alışkanlıklarından çevirebilmek için deneme yanılma yöntemiyle ümitsiz bir çaba görüntüsü veriyor.
Mesela Giuliano’yu kulübede tutup orta sahaya Mehmet Ekici’yi koyuyor ki, 4-3-3’e benzesin takım... Ekici gidip Giuliano gibi forvet arkası duruyor. Orta saha yine Mehmet Topal- Souza ikilisine kalıyor. Aynı tas aynı hamam.
Bu koşullarda Fenerbahçe’nin ofansif oynaması çok zor. Ofansif bir izlenim bırakıyorsa o da öndeki adamların bireysel çabaları ve yeteneklerinden.
Arkada Topal ve Souza dahil altı savunma, arada boşluk ileride gol arayan dört adamla Fenerbahçe’nin hücum şansı sadece kontrataklara bağlı kalıyor. Bu arada takım boyunun uzaması da cabası.
Nasıl ki, en fena yalan, içinde doğrular olansa... Kriz yönetmenin en berbatı da, doğru ve yanlış hamlelerin iç içe geçtiği şekildir.
Problem çözülmemekle kalmaz, boyut değiştirip metastaz yapar, ilk halinden umulmayacak hasarlar açar.
Ne çözmeye çalışan anlar altında kalınan başarısızlığın sebebini, ne izleyen ne de sorunun sahibi.
Galatasaray’ın Gomis meselesi gibi!
Sorun basit bir para hesabıyla başladı:
Galatasaray’ın geçen sezonu kendi golleriyle şampiyon bitirdiğini düşünen Gomis, transfer mevsiminde zam istedi.
Kulüple yaptığı sözleşmeye aykırıydı... Alışılmadık bir davranıştı. Ama “isteyenin bir yüzü” idi sonuçta!
Hem, transfere para bulmak için portföyündeki her kıymeti tartıp ölçen, bu huzursuz koşullarda hesap kitap yaparken gözüne Gomis’i kestiren Galatasaray vardı ortada.
İster memleket olsun, ister parti, ister kulüp, bir yerde zamanından önce seçim varsa mutlaka “sıkıntı” da vardır.
Artık sıkıntı maddi mi olur, manevi mi, koltuk mu hedeflenir, tasfiye mi orası koşullara bağlı. Ama dert olmadan seçimin erkeni olmaz.
Peki... Beşiktaş’ın sıkıntısı nedir ki, başkan Fikret Orman Divan Kurulu toplantısında sürpriz erken seçim kararı açıkladı?
Öyle ya... “Üç büyükler” kıstas alındığında en iyi kadro onda, en az borç onda, kâr eden tek kulüp o... İki yıl üst üste şampiyon olmuş, son sezon kıl payı kaçırmış, Avrupa’da en başarılı sezonu o geçirmiş.
Transferde kâr etmiş-ediyor; daha ne olsun.
Mesleğinin ve futbolun zirvesinde bir teknik direktöre sahip. Beşiktaş’ın sadece futbolunu süslemiyor Şenol Güneş, kasasını da şenlendiriyor... Beşiktaş’ta parlattığı futbolculardan 70 milyon euro satış bedeli elde edilmiş. Bu parayla takım kurup şampiyonluğa oynar millet!
Tribün desen “Nirvana” durumunda. Kendi sahasında hücum ve savunmaya birer adam daha koyuyor sanki... Al diyorsun alıyor, ver diyorsun veriyor.
Erman Toroğlu hocamızın resmi görev kıyafeti şort-tişort şeklindeydi o zamanlar... Düdük aksesuar. Faal hakemdi yani. Yine popülerdi, yine rol çalmayı, dikine ve açık konuşmayı severdi.
Sapanca’da kolonlarını göle sokmuş balayı otelinde (ki bazen beline kadar batardı) yapılan sezon öncesi Hakem Semineri’nin yıldızı oydu tabi.
Ben de haber peşinde otuz yaş daha genç bir gazeteci...
***
Video denilen “filmsiz film mucizesi” Türkiye’ye geleli çok olmamıştı. Emekleme çağındaki televizyonun spor haberlerinde, programlarında yeni yeni kullanılmaya başlanmış, kaçınılmaz olarak hakem hatalarının belgesi haline gelmişti bir anda.
Denk getirdim, Sapanca’daki seminerin yıldızı faal ve star hakem Erman Toroğlu’na “ne olacak bu video işinin sonu Hoca’m” diye sordum.
Yanıt kestirmeydi. Öyle “boş bulunup ağızdan kaçan” cinsten değil... Düşünülmüş, çalışılmış ve sloganlaştırılmıştı:
Sayın Mustafa Cengiz Galatasaray başkanlığına sırtında “fair play küfesiyle” gelmişti zaten!.. Dokunulması bile “savaş sebebi” bilinen “rakipler hakkında konuşma tabusunu” tersyüz eden pozitif söylemleriyle, futbolun sinirlerine sıkı bir masaj çekmişti.
Ardından sayın Ali Koç bir elinde milyon dolarlar, diğerinde “nezaket ve huzur” yazılı açık çekle belirdi!.. Rakibin iyi yönlerini komplekssiz öne çıkarmak “bizim bizden başka dostumuz yok” öğretisi ile büyümüş Fenerbahçe nesli için devrim, futbolumuzun gergin kaslarına “kapsolin” gibiydi.
Kıdemli başkan sayın Fikret Orman, ilk adımlarını kendisi attığı bu ortamdan ne kadar hoşnut olduğunu saklamadığına, rakip başkanları takdir ettiğine göre, Beşiktaş da bol bol su taşıyacak bu yeni düzene...
Yani, ister “döndük” deyin, ister “girdik”... Futbolda “ekosistem” değişti. Saygı ve empati dönemindeyiz artık.
Devamı “huzur”dur kesin.
***
Ama sadece başkanlar yetmez... Hocalar, futbolcular, medya, taraftarlar, hepimiz paylaşmalıyız, omuz vermeliyiz ki, “semeresini” çabuk görelim.