Karadağ beraberliği ardından Beşiktaş Park’ta çınlayan “Şenol Güneş istifa” tezahüratı, futbol tarihimizdeki en “yerli yerinde” tribün tepkilerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir.
Doğru, isabetli ve gerekli…
Muhtemelen “faydalı”!
Zaten ne yapacaktı milli takım taraftarı?
Avrupa Şampiyonası’nın en kötü performansını sergiledikten sonra 2022 Dünya Kupası Avrupa Elemelerini zora sokan bir Ay-Yıldız var karşılarında. Hem de üçer puan aldığı Hollanda ile Norveç berabere kalarak Kupa’ya direkt vizeyi Ay-Yıldız’a hediye etmek istediği akşamda.
Tamam… Futbol sürprizleri sever. Ama bir de terazisi var bu sporun. Karadağ ile Türk Milli Takımı bir mi?
Üstelik maç İstanbul’da… Seyircili.
Denizli’nin “çılgın” Altay’ını deplasmanda geçip üçte üç yapan Fenerbahçe, yıllardan sonra bir sezon öyküsüne şatafatlı bir “ön söz” yazarak başladı ve milli maç arasından sonra transferini bitirmiş, iskeleti ile ıskartalarını belirlemiş olarak, özlediği tarihe geçecek hikayeyi yazma şansı yakaladı.
“Ş” harfi ile başlıyor ya hani…
Çünkü yarın bugünden güçlü olacaktır Fenerbahçe. Eşikteki transferlerle son rötuşları da yapacak, sistemini içine sindirmiş, biraz ürkek biraz sinik yakın geçmişini hepten unutmuş olacaktır.
Fenerbahçe bundan sonra kötü oynadığı için geçilmez… Ancak ondan daha iyi oynayan tarafından geçilebilir; bu da sezonlar boyu depresyon yaşamış her Fenerbahçeli için kabul edilebilirdir.
Bireysel kaliteleri Fenerbahçe’nin altında ancak takım olduklarında müthiş savunan, yıldırım gibi hücum eden Altay’ın şöhretinden korkarak sahaya çıktı Fenerbahçe. İlk
Lütfen eğri oturup doğru konuşalım ve 3 Temmuz kumpasına direnip dik durarak bu ülkenin damarlarından Fetö zehrinin temizlenmesi için ilk “kitlesel çoban ateşini” yakan, halk bilinçlenmesine bayraktarlık eden Fenerbahçe ile gurur duyalım.
Fenerbahçe’den önce de mücadele vardı ama bireysel veya meslek grupları düzeyindeydi, toplumu uyandıramadı.
“NE ŞİKESİ, MEMLEKET ELDEN GİDİYOR”
Evet… Başta ömrünü zindanda tamamlama riskine karşın tek geri adım atmayan Aziz Yıldırım, ardında biber gazı ve copa rağmen “işin içinde örgüt olduğunu” sokaklarda vurgulayan tüm Fenerbahçelilere saygı duymak, ülkesini seven herkesin boyun borcudur.
“Ne şikesi, memleket elden gidiyor” çığlığı 15 Temmuz’un en erken uyarısı değil midir?
Türkiye ilk kez Fenerbahçe direnişiyle anladı Fetö Örgütünün melanet ve sahtekarlıkta nelere kadir olduğunu; 15 Temmuz darbe girişimiyle emin oldu. Hala cımbız cımbız ayıklıyor satılmışları.
Adalet yerini buldu.
Fenerbahçe bir hafta önce İstanbul’da da yenmişti HJK Helsinki’yi ama sahadaki performansını Pereira’dan başka beğenen olmamıştı… Kendinden bir numara küçük, toplamı bir futbolcusu fiyatındaki Finlandiya takımı karşısında zorlanmış, antrenman maçı gibi pasla oyalanmış, işi evinde bitirememişti.
Çünkü ligi yarılamış istim üzerinde bir rakip vardı henüz kurulma ve sistem sancıları çeken Fenerbahçe karşısında.
Helsinki’de de yendi… Ve görüldü ki, günde bir metre büyüyen bambu gibi bir haftada ikiye katlanmış, oturmuş, daha hızlı, daha önde, rakip sahaya kurulmuş bir oyuna evrilmişti Fenerbahçe.
Hem de 7 eksiğine rağmen.
Helsinki’de sadece Avrupa Ligi Play-off’un gruplarına kalmadı Fenerbahçe…
Birincisi, Muhammed/Arda/Fatih şahsında gençleri kazandı…
İkincisi; Helsinki’den neredeyse “transfer planlarını revize ederek” döndü!..
Taktik, kondisyon, fizik elbette önemli ama bir de “metafizik” unsuru var bu futbol yazı-turasında!..
Şanssız başladı Fenerbahçe!..
İki takım kuracak adama sahip derken daha ikinci hafta on biri kurmakta zorlanır duruma düşmüştü çünkü. Pelkas’a Serdar Dursun, Mert Hakan’dan sonra İrfan Can ve Novak da eklenince ve üç gün sonraki Avrupa maçı için telaşlanan Pereira, Mesut ile Valencia’yı kulübede korumaya alınca, ilk yarı üstün oynayan ama sonuç alamayan bir Fenerbahçe vardı sahada.
Aslında Fenerbahçe’nin yarı sahasına yerleşmesine ve üstün görülmesine izin veren Antalyaspor’du. Üzerine çekip arkadaki boşlukta Antalyaspor santrforunun başında bekleyen üçlü savunmayı hızla aşmak gibi bir taktikle başladılar ve oyunun ilk on dakikası Fenerbahçe’yi ters köşe yaptılar. Henüz 44. saniyede beş Antalyasporlu Fenerbahçe ceza alanındayken gollük şutu Altay çıkardı.
Ardından Fenerbahçe’nin toparlandığı süreç başladı. Lakin, bir
Önceki gün Namık Sevik’in anma günüydü. Tayfun Bayındır ve birkaç kişi kabrindeydik. Normaldi… Geçen 35 yıl dostlarının büyük kısmını -Didi de dahil- kucaklayıp yanına koymuş, kalanları Çakaldağı’na tırmanamayacak kadar kocatmıştı çünkü. Zaten önemli olan mermer kabir değil, mermerden yüz kat, bin kat uzun ömürlü, gelecek nesillerdeki erdem sanatçılarının kötülüğü yontup atarak içinden insanlık anıtı çıkaracakları iyi, güzel huylarıydı. Namık dayımın mirası bunlardı...
Dijital çağın daha bilim kurgu kategorisinden terfi edemediği, Dünya’nın radyo olmasa “sağır” gazeteler olmasa “kör” sayılacağı televizyonsuz/akıllı telefonsuz yıllarda, Milliyet Spor Servisi henüz iki masa bir manyetolu telefondan ibaretken ve müdürü Namık Sevik, Brezilya’nın Dünya şampiyonluğu haberini toparlayıp Didi için “takımın beyni” tespitini “meyhane kalıbına” yetiştirmeye çalışırken, nereden bilebilirdi 15 bin kilometre uzaktaki
Zor takıma karşı zorlama sistemin zaferi Fenerbahçe’ye üç puan getirdi.
Henüz takım olamamış sıra dışı futbolcuların takımı Adana Demirspor ile “kentsel dönüşüm” gibi yıkılıp yeniden yapılmaya çalışılan özel yeteneklerin Fenerbahçe’si arasındaki mücadelede hiç kolay olmadı üç puanı almak...
Biri lige hasret, diğeri şampiyonluğa; ikisinde de tek hedef kazanmak. Oyuna odaklanan yok, sadece maçı kazanmak.
Adana Demirspor uzun süre sonra döndüğü ligin, seyircinin ve kendi sahasında açılış maçının coşkusuyla rakibe ailece yüklenerek başlayınca Fenerbahçe’ye çıkmak için uzun toplar kaldı.
Henüz oyun ezberleri oturmasa da Balotelli, Akintola, Castro, Belhanda, Svensson gibi ayaklar karşısında her an gol yeme ihtimali vardı ve açıkça geri yaslandı Fenerbahçe... Orta saha ile forvetin iletişimi en alt düzeye indi.
Ancak bireysel beceri bir yere kadardı. Adana Demirspor takımı, futbolcuları kadar yetenekli değildi.
İlk yarıda her iki takımın da domine edemediği maçta ev sahibi
Tarık bin Ziyad, Endülüs’e İslam hakimiyetini mühürlemiş Berberi asıllı Emevi komutandır ki, Akdeniz’in nizamiye kapısı Cebelitarık Boğazı’nın adı kendisinden gelmiştir.
711 yılında Avrupa’ya taşıdığı İslam’ın şok dalgaları, üç asır sonra Endülüs Emevi devleti yıkılıp yedi asır sonra Araplar İspanya’dan çıkarılıncaya kadar sürmüştür.
Ve komutanın stratejisi adı kadar ünlüdür:
Yedi bin kişilik ordusuyla Afrika’dan Avrupa sahillerine çıkınca ilk işi gemileri yaktırmak olmuştur.
Neden?
Askerin geri dönüş umudu kalmasın diye.
“Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız?”