Neyse ki, güzel bir İzmir gecesiydi… Hava yağışlı, gök gürültülü falan olsa, büyük ihtimalle yıldırım düşerdi Beşiktaş takımının başına!
O kadar talihsiz bir süreç yaşıyor Beşiktaş.
Ayıp olmasa kulübeyi Minik Kartallar kadrosu ile dolduracak. Takımda yer alamayanlar sahaya çıkanlar kadar. Sakatlar sağlamlardan çok.
Eskiden tam takım Eyüp Sultan’a gidilirdi böyle durumlarda!
Antrenman, üç günde bir maç, kötü zeminle izahı yok. Daha doğrusu hepsi bir araya gelse, bu kadar olmaz.
Tek adı var; talihsizlik.
Yetmedi bir de Pjanic sakatlandı maçta. Şampiyonlar Ligi’nde oynaması, Beşiktaş’ın çıtasını yükseltmesi için alınan pas ustasının o maça yetişmesi mümkün değil.
Nasılı/nedeni/kalitesi” sonra… Asıl “getirisi” önemli… Giresunspor galibiyetinin “piyasa değeri” tam on puandır ve Fenerbahçe açısından “bir taşla dört” kuş anlamındadır. Üç puan Giresunspor’dan, gerisi şampiyonluktaki 3 rakibinin 6. Hafta kaybettiği puanlardan.
Tam da moraller düşmüşken ilaç gibi bir hafta!
Maça bakınca; puanı kadar coşkulu değil.
Pereira dört gün önce Başakşehir’e forvet yüzünden yenildiklerini düşünüyor olmalıydı ki, takımın ön tarafını değiştirmiş, Berisha-Muhammed-Meyer-Pelkas yerine Valencia, Mesut, Rossi ve Mert Hakan’ı monte etmişti.
Ama pek değişen bir şey yoktu. Fenerbahçe agresif bir antrenör takımı olacağına, gittikçe yavaşlayan, zaman zaman “edilgen” ve “lite” bir takıma dönüşüyordu. Hala rakipler karar veriyordu Fenerbahçe’nin başarısına veya başarısızlığına.
Hızlı başlayıp üçüncü dakikada öne geçen Fenerbahçe ilk devre boyunca her dakika sönen bir balon gibi
Rakip Başakşehir ile arasında koskoca puan cetveli olsa da dünkü deplasman mücadelesi Fenerbahçe’nin yeni sezondaki en zorlu maçı olmaya adaydı; öyle de oldu. Çünkü Başakşehir, hocası Aykut Kocaman ile birlikte can derdindeydi.
Üstelik tam da Pereira’nın rotasyonuna denk geldi!
Sistemi tartışılırken, sistemine uygun adamları kulübede bekletiyor adam!
Fenerbahçe’nin beraberliklerine övgüler düzenler tek galibiyeti olmayan Başakşehir’e net bir skorla mağlup olmaya ne derler bilinmez ama Fenerbahçeliler için berbat bir manzara var ortada.
Fenerbahçe’nin Mesutsuz, Valenciasız ve Mert Hakansız çıktığı ilk yarıda Başakşehir Fenerbahçe defans üçlüsüne hiç dokunmadı, orta sahasını ve ileri üçlüsünü on kişiyle ablukaya aldı.
Ev sahibi bir yandan adam adama markajın ötesinde kendi yarı alanına açılması çok zor bir kilit koyarken bir yandan Fenerbahçe’nin yetersiz sol kanadından Visca’yı kaçırarak gol aradı ki, ilk gol de öyle geldi.
Golden sonra
Fenerbahçe maça beklenmedik bir tempoyla başladı. Agresifti. Konsantreydi. Futbolcuların vücut dili “kazanacağız” diye bağırıyordu sanki.
Daha ilk dakika dolmadan Gustavo’nun harika ara pasını Rossi karşı karşıya kaldığı kaleci Trapp’a teslim etmeseydi farklı bir hikayesi olabilirdi maçın.
Çünkü henüz maça girememiş bir Frankfurt vardı karşılarında. Hücumdan önce sahaya yerleşmeleri gereken ve sadece topun olduğu yerde baskı yapmaya çalışan rakip, hücumda derin ve geniş oynayan Fenerbahçe’ye teslim olmuştu ilk yirmi dakika.
Neden?..
Birincisi Mesut Özil bir efsaneydi Almanlar için. Hayranlıkları, rakip olduklarında korkuya dönmüş olmalı.
İkincisi… Süper Lig’de rakipleri karşısında zorlanan/zor kazanan Fenerbahçe’yi durduran bizim ligimizdeki sert oyun olmalıydı.
Mesela maçın ilk dakikalarında merkez stoper Jea Kim, Fenerbahçe’yi çıkarmak için üç Frankfurtlu futbolcuyu çalımladı, ancak dördüncüsü faul yaptı. Mesut, Valencia, Gustavo Süper Lige
Geçmiş sezonların “Kadıköy’deki sakatlıklar ve kişisel hatalar kabusu” gömüldüğü yerden artezyen gibi patladı, zaten Fenerbahçe’ye ters gelen Sivasspor’un değirmenine su değil sel taşıdı!
Tamam sahada sert bir oyun vardı ama Fenerbahçe’de ne plan ne strateji bırakan her sakatlık sertlikten kaynaklanmadı ki.
22. dakikada sakatlanıp yerini milli maç yorgunu Szalai’ye bırakan Tiserand’dan sonra Mesut’un yerine giren İrfan Can, oyunda ancak 15 dk kaldı ve adalesini tutarak çıktı.
Serdar yerli futbolcu zorunluluğundan maçı burnunda tamponla tamamladı. Maç bitmeden Osayi’nin kafası yarıldı. Aynı anda yerde yatan Serdar ve Osayi’den hangisine yetişeceklerini bilemeyen bir sağlık ekibi, hangi sakatın çıkacağını kestiremeyen bir kulübe vardı maçta.
Rakip kaynaklı sakatlıklar tamam da Fenerbahçe’deki adale sakatlıklarının Can Bartu tesislerine uzanan bir sebebi olmalı.
Kişisel hatalara gelince…
Bir taneydi ama yetti de arttı bile.
Avrupa’nın orta yeri kan revandı… Soykırım, tecavüz, toplama kampları, sıradandı o günlerde. Kadim Bosna av, Sırplar avcıydı. Ve medeniyetin göbeğindeki av çok kanlıydı.
Uluslararası toplum henüz çıkarını hesaplamamış olmalıydı ki, üç maymunu oynadı 3,5 yıl… Görmediler, duymadılar konuşmadılar.
Bir gazeteci kabus gibi olsa da yüzyılın olayını görmek, izlemek, yazmak istemez mi? Spor gazetecisi kimliğimden pişmanlık duyduğum tek süreç o zamandı.
Ben Yugoslavya’nın çöküşünü medyadan izlerken Tuzla gibi bir cennet doğaya doğan Pjanic ilk adımlarını silah sesleri eşliğinde atıyor ve insan marifetiyle yaratılmış yeryüzü cehennemini hissediyor olmalıydı. En azından babası Fahrudin ile annesi Fatima’nın telaşından endişesinden anlardı tekinsiz bir şeyler olduğunu.
SAVAŞTA BOSNA YOLU
Servis arkadaşım, dostum -artık rahmetli- Yahya Vatansever yetişti imdadıma ve Saraybosna’da yer kalmadığı için savaşta hayatını kaybeden Boşnakların futbol sahalarına gömüldüğünü fısıldadı kulağıma.
Tekrar ettirdim Yahya’ya…
Herkesin karnı toktu!.. Yarım ağız “cesaret” ve “şövalyelik” gösterilerine hiç gerek yoktu ama Şenol Hoca’m hepsinden bol bol kattı maç gecesi “hezimeti izah etmesi beklenen” açıklamaya.
“Neden baş aşağı giderken Hollanda’ya toslayıp parçalandık” analizi dışında her şeyi anlattı.
Gitti, gerçek nedenler sır olarak kaldı.
Bir de Şenol Güneş’in koşullarla hiç uyuşmayan davranışları…
Belli ki, Amsterdam’dan geçen yokuş aşağı yolda ilk devresi 3-0 biten Hollanda maçının varacağı noktayı anlamış, “ilaçsız” olduğunu kavramıştı… İkinci yarı boyunca eli şakağında oturup düşünmüş, kafasında yazmıştı tarihi söylevini!
“Maaşımla uğraştılar”, “şeytani tezgah” gibi karanlığa sıkılan kurusıkı mermileri geçin… Artık klasikleşmiş “hayali düşman yaratarak” dikkati dağıtmak ve -şayet kaldıysa- taraftarlarını konsolide etmek çabasıdır ki, kimse umursamıyor böyle öznesiz ithamları.
Ayrıca doğru olsa ne yazar!..
Fenerbahçe’nin transfer “tarzını” en son eleştirebilecek insanların listesi yapılsa, muhtemelen ilk üçe girerim!
Çünkü ben de aynı “gaz-debriyaj kavrama engelli” stratejinin esiriyim.
Söz konusu alışveriş olunca boş yere para harcamayım diye işimi görecekler arasında en hesaplısından başlarım önce. Sonra aldığımı beğenmem, gerçekten kalitelisine hala kıyamam, bir gömlek üstün olanı koyarım daha alırken ıskartaya çıkmışın yanına.
Bilirim orada bir yerlerde içime sinecek nitelikte benzeri olduğunu. Lakin, giymesem de kullanmasam da önceden aldıklarıma yazık olacak diye direnirim bu sefer.
Ve sonunda, zorlansam da kaliteye boyun eğerim.
Ne oldu?..
Bütçeyi aşmak endişesiyle başladığım alışverişte lazım olana ulaşmam için en az iki misli harcadım; işe yaramadan dolapta bekleyen “aynısının tıpkısının benzerleri” de cabası!