Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Fenerbahçe bir hafta önce İstanbul’da da yenmişti HJK Helsinki’yi ama sahadaki performansını Pereira’dan başka beğenen olmamıştı… Kendinden bir numara küçük, toplamı bir futbolcusu fiyatındaki Finlandiya takımı karşısında zorlanmış, antrenman maçı gibi pasla oyalanmış, işi evinde bitirememişti.
Çünkü ligi yarılamış istim üzerinde bir rakip vardı henüz kurulma ve sistem sancıları çeken Fenerbahçe karşısında.
Helsinki’de de yendi… Ve görüldü ki, günde bir metre büyüyen bambu gibi bir haftada ikiye katlanmış, oturmuş, daha hızlı, daha önde, rakip sahaya kurulmuş bir oyuna evrilmişti Fenerbahçe.
Hem de 7 eksiğine rağmen.
Helsinki’de sadece Avrupa Ligi Play-off’un gruplarına kalmadı Fenerbahçe…
Birincisi, Muhammed/Arda/Fatih şahsında gençleri kazandı…
İkincisi; Helsinki’den neredeyse “transfer planlarını revize ederek” döndü!..
Neden mi?
Olanca iyi niyetine karşın en azından savunması zayıf bulunan Ferdi, Mesut Özil ile iyi anlaşabildiğinde hem öndeki işini çok iyi yapabildiğini hem de savunmaya katkı verebildiğini gösterdi mesela. Bu maçtan sonra Fenerbahçe sol kanadına kolay kolay “boş” diyemez kimse.
Sonra Valencia… Maçın elli dakikasında hat-trick yapan Valencia varken “Fenerbahçe santraforsuz mudur” hala?..
Elbette santrafor da sol kanat da alabilir Fenerbahçe. Ama Ferdi ve Valencia yeni transferlerin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanacaktır hep.
Nazım’a gelince… Sağ kanatı dolduruyor adam. Bir de takipçiliği ile Valencia’ya iki asist yaptı ki, Fenerbahçe’nin en sevdiği şeydir öyle topun altına canını koymaya çalışan.
Fenerbahçe’nin ilk yarıda yediği gol, savunma üçlüsünün ortasında başlayan Gustavo yüzündendi ama bu onun savunmayı maestro gibi yönetmesini, önlü arkalı oynadığı Zajc ile birlikte Fenerbahçe’nin “seren direği” olmasını gölgelemez. Kimi zaman Fenerbahçe’ye el freni oluyor diye eleştirilen Gustavo bu kez rakip takımın el freniydi sanki.
Maç başladığı andan itibaren önde basan, hataya zorlayan Fenerbahçe “tam” tempo tutturamasa da sisteme alıştığında, oyunu ciddiye aldığında neler yapabileceğinin ipuçlarını verdi.
Pereira maçın üçte biri bittiğinde bir önceki Helsinki maçının gol kahramanı Muhammed’i onurlandırmak, Mert Hakan’ın sakatlığını ne kadar atlattığını test etmek için oyuna aldı, Osayi ile Sosa’yı çıkardı. Her ikisi de gerekli hamle sınıfındaydı. Daha sonra da Mesut Özil yorulup yerini Arda’ya bıraktı. Bu da mecburiyetti.
Ve gurbetteki Türklere alkışlatmak için Valecia ile 17 yaşındaki Fatih değişimi noktalandı ki, o Fatih fark tam da bire inmişken dördüncü golün sahibi olacaktı.
Tüm bunlar olurken Fenerbahçe asla gol arayışından kopmadı. Aynen maçın başındaki kadar pres yapıyor, mücadele ediyordu ama iki dakika kala savunmadaki bir anlık konsantrasyon kaybı Helsinki’nin ikinci golünü getirdi. Fatih’ten sonra Helsinki bir de kendi kalesine atınca 5-2’lik maç sanki Avrupa kupalarındaki gol rekorlarına özendi.
Bu gol sağanağında Fenerbahçe’nin kazanan taraf olması ne muhteşem değil mi? Helsinki deplasmanı muhtemelen dönüm noktası olacaktır Pereira ve sistemi hakkındaki eleştiriler, takıma ilişkin umutsuzluklar açısından.
Bundan sonra endişelenmek isteyen varsa, “sola/öne/belki de orta sahaya muhtemel transferlerin takıma uyumu/verimi/yerine geldiklerinin ruhsal durumu/Periera’nın tercih zorluğu” potansiyel konulardır ve biçilmiş kaftandır pesimistler için.
Hiç belli olmaz… Bu pazar Altay bile dehşete düşürebilir Fenerbahçelileri. Çünkü Fenerbahçe’nin İstanbul’da “şişirdiği” Helsinki aynı sıkletin takımı değildi.