Başlığın adresi sadece Fenerbahçe değil… Hepimiziz.
Bir Arda Güler’imiz oldu, milletçe şaşkın haldeyiz. Zaten futbolumuz güdüktü; şimdi birey ölçeğine düşürdük. Tekile indirdik!
Varsa yoksa Arda…
Şampiyonluk, Avrupa, gelişim, sorunlar, hepsi ikinci planda. Kombine kaç para?.. Forma kaça çıktı? Ya kur artarsa?
Boşver; Arda!
Hele Fenerbahçe! Koca kulüp “Ardaspor” sanki. Başkan yeni takım kuran yeni hocadan çok Arda ile görüştü günlerce...
Futbolumuz milyarca borcunu Arda’dan gelecek parayla kapatacak… Küresel ölçekteki seviyesine Arda ile basamak atlatacak her halde.
Hiç fark etmez!.. İster mütevazı, isterse Fenerbahçe gibi “tarif edilemez bir büyüklüğe” sahip olsun, hiçbir takım “taraftarına rağmen” başarılı olamaz, şampiyonluk kazanamaz.
Elbette işinin ehli bir başkan, tartışılamaz bir teknik direktör, bütçeye göre nokta atışı üst düzey topçular işin olmazsa olmazıdır ama hepsi denk gelse bile “negatif taraftar” tüm enerjisini arzusunu emer bitirir o ekibin.
Ne mi olur?..
Futbol denilen yarışın tüm gereklerini dört dörtlük yerine getiren veya eksiklerini tribünden/sokaktan taşan katıksız destek ile telafi eden bir/birkaç rakip çıkar, siz avucunuzu yalarsınız.
Varoluş sebebi ve yaşayıp gelişmesinin ilk şartı “sevenleri” olan bir kulüpte koltuklardan başlayıp kramponlara kadar uzanan, kullanılmayan SMS’ler gibi “devretmiş itirazlarla” bu iş yürümez ey Fenerbahçeliler!
Evet… Başkandan ümidi kesmiş olabilirsiniz.
Teknik direktörü sevmenize rağmen “eksik” görebilirsiniz.
Kim demiş Aziz Yıldırım ile Ali Koç ortak bir noktada buluşamaz, kin soslu bu taht kavgası bir ömür boyu sürer ve tek kaybeden Fenerbahçe olur diye?..
Onlar için de “mesele Fenerbahçe ise gerisi teferruat” değil mi sonuçta!İcap ederse aynı teşhisi koyarlar, aynı cümleleri kurarlar, aynı itirafa imza atarlar… Aynı küreğe sarılırlar “rahmetliyi” kara toprağa teslim etmek üzere.
Buyurun… Halef - selef her iki Başkan da aynı kanıda:
“Fenerbahçe batmış”!..
“Hangi kulüp batmamış… Elle gelen düğün bayram” denilebilir tabi. Lakin konumuz Fenerbahçe.
İstediği kadar serveti olsun, hiçbir bireyin teminat veremeyeceği sürdürülemez borçlar içinde kadim kulüp… Üstelik giderek artıyor ve artacak. Kaçınılmaz olarak günün birinde duvara toslayacak.
Kim söylüyor?
Beğenirsiniz beğenmezsiniz…
Bir yollara düşersiniz, bir oy vermezsiniz…
Lakin, Aziz Yıldırım’ın gelmiş geçmiş tüm mevkidaşları arasında en dik duruşlu, en yürekli ve Fenerbahçe’ye en sevdalı başkanlar listesinin şeref kürsüsünde olduğunu inkar edemezsiniz.Her başkan kulübüne bir şeyler kazandırmak için fedakarlıklar yapar. Kimi takımı galaksiye çevirir yıldızlarla… Kimi baretini takar tesis zengini kılar. Eli cebinden çıkmayanlar da vardır, eksiklerini zeka ve iş bitirme kabiliyetiyle kapatanlar da. Tarz meselesi.
Çünkü Başkan liderdir… Liderlik fedakarlık demektir.
Ancak, özverisine “özgürlüğünü” de katan başka başkan bilmiyorum ben.
Sadece bu sebeple bile Aziz Yıldırım’ın mali genel kurul arifesi yaptığı açıklamadan kastını doğru anlamak, faydalanmak gerekir. Artık gelenek olmuş zamanlama biraz hinlik koksa da eleştiri işe yarar bir şeydir aynı zamanda.
Konuşan herhangi biri değildir.
Fenerbahçe sezonlar boyu özlediği, istediği, “hasretinden başkanlar eskittiği” bir Kupa kazandı sonunda… Hem de son derece fiyakalı bir finalde, son derece fiyakalı bir futbolla.
İki numara, miki numara!.. Sonuçta Türkiye Kupası’nı kazanana da “şampiyon” demiyorlar mı?.. Kimse küçümsemesin; “keser/kesmez” polemiklerine girmesin. Dokuz yıldır o bile yoktu.
İlle kızmak istiyorsa, Kupa’nın sınıfına/derecesine değil, neden sezonlar boyu ondan bile yoksun kaldıklarına odaklanmalı Fenerbahçe.
Ayrıca, feda edilen emekler, veda edilen milyarlar ve sevgili yolu bekler gibi geçen yıllara bakınca, dünyanın en zorlu çabalarından biri olmalı Ziraat Türkiye Kupası.
En azından Fenerbahçe için öyle.
Hem de tek başına gelmiyor Türkiye Kupası!.. Yanında Konferans Ligi’ne kestirme yol, ardında “Süper Kupa” finali var. Ve o final Galatasaray’la… Yani, bu sezon altında ezildiği ezeli rekabeti lehine çevirebilme, yeni sezona onarılmış bir özgüvenle çıkma fırsatı.
Bu koşullarda bundan iyisi can sağlığı.
Her iki takım da başlama düdüğünden önce topu aldılar, yerine “onur” koydular sanki.
Doğaldı… Galatasaray, uzun ve kusursuz bir “galibiyet söylevi” ile öne fırladığı “kekeme sezonda”, kendisini, yönetimini, teknik direktörünü kanıtlamış, Fenerbahçe’ye karşı yapacağı şampiyonluk törenine limon sıkılsın istemiyordu.
Ezeli rakibini iyice ezmek peşindeydi.
Fenerbahçe ise dokuzuncu cildi basılmak üzere olan “kahır romanına” hiç olmazsa bir mutlu anektod eklemek özlemindeydi.
Kolay değildi… İlk defa şampiyonluğu avuçları arasında hissedip, ona inanıp, inandırdıktan sonra rakibin kutlamasına dekor olmak, reddedilmiş damat adayı hüviyetiyle katıldığı düğüne hediye olarak “lig ikinciliğini” de bırakıp gitmek.
Aynen öyle oldu. Hatta daha fazlası.
Futbol ölüm-kalım meselesi değildi, kazanımlar ve kayıplar geçiciydi, spordu, centilmenlikti hepsi tamam da…
Kimse kusura bakmasın!.. Fenerbahçe’nin düşme hattına teğet duran Antalyaspor’u “futbolun doğal akışına uygun şekilde” 2-0 mağlup etmesi elbette önemliydi ama “özlenen bir sezon bitişine” zerre kadar katkı vermezdi.
Veremedi de zaten!İstediği kadar İstanbulspor ve Giresunspor maçlarındaki gibi bir “anomali” yaşanmadan “cüsse ve kalitenin” gereği yerine getirmiş, Kadıköy’e kazanarak veda etmiş olsun, bir sonraki maçı Cumhuriyet’in 100. Yılında Atatürk’ün başkentinde şampiyonluk apoleti takmış Galatasaray’la oynayacak çünkü Fenerbahçe.
Dün, hemen her takım tek ayak üstündeydi aslına bakarsanız…Hani fizikte “Quantum dolanıklığı” diye “ürpertici ve anlaşılmaz” bir olgu var ya; “benzer parçacıklar aralarında mesafe tanımaksızın eş zamanlı olarak etkileşim içindedirler” şeklinde… Aynen öyleydi. Süper Ligin parçalarından her biri, aldığı skorla diğerlerini iliklerine kadar etkiledi.
Zaten sahadaki futbolcular bile “ayakları
Dile kolay… Tam on sezondur Sarı-Lacivert bayrakları rüzgarla yıkayarak caddelerde Fenerbahçe Marşı söylemek yerine, üzgün ve mahcup şekilde “Bir Kupam Bile Yok” şarkısı mırıldanan Fenerbahçe, nihayet bir kupanın kulpundan tuttu.
Hem de geçen sezonun Türkiye Kupası sahibi Sivasspor’u eleyerek finale çıktı. Henüz “Şeytan’ın Bacağını Kıramadı” ama “çatlatmıştır” muhtemelen!
Lig şampiyonluğunun hayalini bile kurmak zorken Avrupa’ya yan kapı açan Kupa şansı, ziyafet değil ama Fenerbahçelinin midesini bastırır bir yandan.
Aslında Fenerbahçe Sivas’taki ilk maçta finale çıkmıştı!.. İyi oynamamıştı ama sanki beraberliğe razı Sivasspor ile golsüz tamamlayarak hesap kesimini Kadıköy’e bırakmıştı. Yani, Fenerbahçe’nin elini ayağına dolayan “kendi sahasında önemli maç stresi” Trabzonspor galibiyeti ile geride kalmış Kadıköy’e…
Bu kez de bekleyerek, savunarak, temkinli oynayarak şansını penaltılarda denemek planlamış bir Sivasspor vardı karşısında.
Özellikle