Fenerbahçe bu kez maçın sadece ilk dakikalarını değil, koca ilk yarısını heba ederek başladı Ankara’daki mücadeleye. Hatta ikinci devrede bile geniş bölümleri rakibe teslim etti.
Aslında Fenerbahçe’yi oynatmayan dirençli, hızlı, topu kaybedince arkasına geçen ve rakibini orta sahada karşılayıp temaslı/ agresif oyunuyla topu ayağından alan, hemen hücuma dönüştüren Ankaragücü’ydü.
İlk yarının tamamı Morutan’ın önderliğindeki ev sahibi kontrolünde geçti. Çok iyi top yaptılar. Fenerbahçe forvetlerini ceza sahasına sokmadılar. Fenerbahçe yıldızları rakip kale uzağında dolandı durdu.
İlk yarıda biri Dzeko’nun diğeri Cephas’ın yüzde yüzlük pozisyonu dışında izleyenler sahada sadece mücadele gördüler ki, onun çoğu da Ankaragücü’ndendi. İşin güzel yanı Fenerbahçe de aynen karşılık verdi.
Fenerbahçe’nin “başa başı” bile zor yakalayan performansını orta sahada İsmail’in kötü oyununa, bir önceki maçtan Ankara’ya
5-1 kimyasını bozmuş olmalı Twente’nin… Çünkü ilk yarıdaki gibi futbol oynayan bir Avrupalı takım olamaz. Belli ki, Fenerbahçe’ye karşı ayıplı, günahlı bir “özel muamele” içindeydiler hezimetin rövanşında…
Kendilerini aştılar!.. Kadıköy’de hırçındılar, evlerinde çirkin oldular.
Temaslı, agresif futbola eyvallah ama resmen Fenerbahçe’yi kışkırtmaya çalıştılar. Büyük ihtimal, “komple rövanş olsun” diye ilk maçta kendilerinin kaldığı gibi on kişi bırakmayı hesaplamışlardı Fenerbahçe’yi.
Neyse ki, sadece ilk devre süren esrarengiz motivasyonları, akıl almaz girişimlere sürükledi onları. Hakem göz yumduğu sürece her ikili mücadelede Fenerbahçeliyi yere indirmek tamam da… Topu yakalamış İrfan Can’ın kafasına dizle girmek sertlik değil gaddarlığın dik alasıydı. Beş dakika boyunca yattı kalktı, denge sorunu yaşadı Fenerbahçe kalecisi.
Hadi sertlik futbolun bir gerçeği. Peki, kramponunu ayağından uçuracak faulle yere indirdikleri Osayi’nin
Rahmetli Süleyman Seba’nın, baş başa konuşurken genç Ahmet Nur Çebi’ye söyledikleri, hem “yaşanmış bir hayat hikayesi” hem de müthiş bir toplumsal analizmiş…
“Sen bana benziyorsun, dikkat et sonun benim gibi olmasın”!..
Seba hem Çebi’ye hem de futbolumuzdaki ülke gerçeklerine ayna tutmuş kısacık bir cümlede.
Bu coğrafyada bir kulüp başkanının ahlak ve asalet timsali Süleyman ağabeye benzemesi gurur verici bir durumdur. Ama “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan” farkı yoktur. Bedeli vardır. “Badem gözlü” olmak ancak bu dünyadan göçünce mümkündür.
Ne yaman çelişki değil mi?
Sebebi gayet basit:
İnsanımızın “öncelikler sıralaması”. Halledilmesi gereken bir iş varsa, “yöntemin” sonuç kadar önemli olduğu unutulur.
“Kaynak-kalite-vizyon bileşkesi” Fenerbahçe takımı, gerçek bir “akıl oyunuyla” Twente’nin “hışımlı gençlerini” dize getirmekle kalmadı, Kadıköy’de çektiği “Futbol Konferansı” ile Avrupa’ya mesaj attı:
“Ben de varım”!..
Evet… Motivasyonu sertlikle karıştıran Twente’ye önce boyun eğer gibi görünse de planından asla milim şaşmayan Fenerbahçe, İsmail Kartal’ın nakış gibi işlediği maçta, aikido sporcusunu aratmadan “rakibi rakibin enerjisiyle” devirdi bir anlamda.
Aslında Fenerbahçe’nin ilk yarılara kötü başlama alışkanlığı Twente karşısında da değişmemişti. Tribünler ve ekran başındaki milyonlar fena halde tedirgindi. Tüm Fenerbahçelilerin büyük olasılıkla Oosterwolde’yi stoper, Mert’i sağ bek yapan, Dzeko’yu kulübede oturtan İsmail Kartal’ın “kulaklarını çınlattığı” ilk 25 dakika, bir de gol yedi Fenerbahçe.
Ancak Sezar’ın hakkı Sezar’a… Henüz ilk yarı bitmeden düzelen kendine gelen
Maribor’daki sinir bozucu ve fiziken yıpratıcı iki saatlik maçtan sonra İsmail Kartal yenileri ısındırmak, yorulanları dinlendirmek ve sakatların yerini doldurmak için altı rotasyonla çıktı maça.
Biraz riskliydi keskin bıçak gibi takım Samsunspor karşısında.
Masadaki hesaplara göre Cengiz içeri kat edecek arkasındaki Ferdi’nin yolunu açacak, aynısı diğer kanatta Tadic ve Oosterwolde ile yapılacak, böylece orta saha beş adam dizmiş Samsunspor’a bırakılmayacak ve hücumda çoğalacaktı Fenerbahçe.
Maç başladığında anlaşıldı ki, Süper Lig’in yenisi Samsunspor, muhtemelen bu sezon şampiyon olamaz ama şampiyonu belirleyecek “jüri” koltuğundan kalkmaz!.. Hüseyin Eroğlu takımının çok can yakacağı ortada.
Tadic, Dzeko’nun yanına Cengiz ve Fred’i ekleyen İsmail Kartal, beş resmi maça bir kere bile aynı iki stoperle çıkamama endişesinden kurtulmak için, önde oynamaya niyetlenmişti. Ancak, top Fenerbahçe’ye geçtiğinde 5-4-1 dizilip, hatta kilitlenip; Roma Lejyonları gibi en ufak açık
Kadıköy’deki ilk maçta sert ve defansif rakibe karşı statik forvetle 3-1 kazanmasına karşın hayli zorluk yaşamış Fenerbahçe, deplasmanda takım halinde akıcı ve etkili oynamayı başarınca, Maribor’u rövanşta kolayca saf dışı bıraktı.
Hem de rakip tribünleri çileden çıkartacak kadar kolayca.
Peki neydi tribün olayları başlamadan önceki 66 dakikada Fenerbahçe’yi akıcı, etkili, üstün kılan? Sadece kalite farkı mı?
Hayır! Birincisi “ilim”… İkincisi “İrfan”!
Daha doğrusu kaledeki ve kanattaki iki İrfan(lar).
Deplasman başarısını getiren “futbol ilminin” birinci göstergesi, İsmail Kartal’ın ilk maçtan aldığı dersle Dzeko’yu dinlendirip orta sahada Zajc ve İsmail’e, Szymanski’i katmasıydı en başta. Her Fenerbahçe hücumunda Zajc’ı gizli santrafor gibi mutlaka pozisyonun içinde tutmasıydı. Kadıköy’de yenen golün kahramanı Osayi’i kulübeye çekip Maribor’un yırtıcı sol kanadını sağda Ferdi ile karşılamasıydı. Topa sahip olmayı doktora tezi gibi sahaya koymasıydı.
Bitmedi&h
Süper Lig’in ilk veya son haftasındaki puanlar arasında bir fark yok ki!.. Aynı rakamlarla yazılıyorlar, aynı özgül ağırlığı taşıyorlar, ister topla, ister çıkar; dört işleme aynı etkiyi yapıyorlar!
Hele transfer yarışı bile “turnuva” haline gelmiş, forma sahibi tüm vatandaşlar gelen-giden çetelesi tutarken, ezeli rakip Galatasaray’ın iki kayıpla başladığı açılış haftası, Cumhuriyet Altını gibi üç puanı cüzdana koymak her şampiyon adayının temennisi, Fenerbahçe’nin hasretiydi; gerçekleşti.
Hatırlayın geçen sezona Ümraniyespor beraberliği ile siftah yapıp, dördüncü hafta Konyaspor’a verilen üç puanı. Ümitler nefes borusuna kaçan lokmalar haline gelmişti.
Bu maç bize öğretti ki, futbol belirsizlikler oyunudur ama gerçekler değiştirilemez! Fenerbahçe bu sezona ve Avrupa’nın üç numaralı kupasına “gömleğin ilk düğmesini doğru ilikleyerek başladı”... Gömlek şimdilik pek fiyakalı değil o kadar. Para bol; yeni modeller yolda!..
Transfer tamamlanıp sistem
Zam isteyen aşçı yemeği şap gibi tuzlu yaparmış… İsmail Kartal da ya transfer istiyordu ya da ekibinden Maribor’u izleyen kimse olmamıştı.
Çok iyi savunma yapıp orta sahayı sert ve kalabalık tutan rakibe önde basmak için takım yapmıştı Hoca. Ama Dzeko, Tadic, King hatta İrfan Can dönen topları toplayacak oyuncular değildi ki. Görev İsmail ile Zajc’a kalmıştı.
Rakibin sert ve kalabalık orta sahasına karşın Zajc ile İsmail’den kurulu orta saha ne ileride pas bekleyen yıldızlara bekledikleri topları yetişebiliyorlar ne de onlar baskı yaptığında dönen topları toplayabiliyorlardı.
Maribor’un disiplinli, genç ve hızlı adamları maçın ilk yarım saatine damga vurmakla kalmadı, neredeyse Kadıköy’de öne geçeceklerdi ilk yarı.
Elbette Fenerbahçe ile Maribor özgül ağırlıktan mali boyuta, tribünden sahadakilerin bilek yumuşaklığına kadar birbirinden çok farklıydı. Rakibin tüm takım ederi, tarihi kadronun üzerine -muhtemelen- eklenecek Cengiz Ünder, Livakovic, Ndidi veya Fred’in her biri için gözden çıkarılan rakamların