Fenerbahçe sezonlar boyu özlediği, istediği, “hasretinden başkanlar eskittiği” bir Kupa kazandı sonunda… Hem de son derece fiyakalı bir finalde, son derece fiyakalı bir futbolla.
İki numara, miki numara!.. Sonuçta Türkiye Kupası’nı kazanana da “şampiyon” demiyorlar mı?.. Kimse küçümsemesin; “keser/kesmez” polemiklerine girmesin. Dokuz yıldır o bile yoktu.
İlle kızmak istiyorsa, Kupa’nın sınıfına/derecesine değil, neden sezonlar boyu ondan bile yoksun kaldıklarına odaklanmalı Fenerbahçe.
Ayrıca, feda edilen emekler, veda edilen milyarlar ve sevgili yolu bekler gibi geçen yıllara bakınca, dünyanın en zorlu çabalarından biri olmalı Ziraat Türkiye Kupası.
En azından Fenerbahçe için öyle.
Hem de tek başına gelmiyor Türkiye Kupası!.. Yanında Konferans Ligi’ne kestirme yol, ardında “Süper Kupa” finali var. Ve o final Galatasaray’la… Yani, bu sezon altında ezildiği ezeli rekabeti lehine çevirebilme, yeni sezona onarılmış bir özgüvenle çıkma fırsatı.
Bu koşullarda bundan iyisi can sağlığı.
***
Adeta askeri bir disiplinle oynayan Fenerbahçe’ye finali kolay kazandıran taktik belliydi:
Parola “eskisi gibi”…
İşaret “Arda”!
Evet, İzmir’de Dünya Kupası öncesindeki Fenerbahçe vardı sahada. Üstüne üstlük müthiş çalım, adrese orta, şık asist ve milimetrik paslarıyla Arda…Artık lig bitti iş işten geçti ama Fenerbahçe önde baskılı oynadığında Arda takımın etkisini, karşı kaleye ulaşmasını, golcülerin topla buluşmasını en az ikiye katlıyor. Her Fenerbahçe pozisyonunun içinde Arda vardı sahada kaldığı sürece. Rakip üstünken Arda pek görünmüyor ama kim görünüyordu ki zaten.
Öylesine önde baskıyla başladı ki maça Fenerbahçe, henüz 53. saniyede Batshuayi golü attı. Başakşehir defansının amansız hatası bir yana, topu kazanan da Arda’ydı, asist yapan da. İkişer dakika arayla Zajc, Arda ve Szalai’nin gol denemeleri, hep önde basan ve hızlı oynayan Fenerbahçe’nin getirileriydi.
Sadece rakip sahada oynamak istiyordu Fenerbahçe… Öte yandan Fenerbahçe’nin baskısı yüzünden Başakşehir en güzel yaptığı işi, yani pas oyununu beceremeyecek duruma gelmişti.
29. dakikada Batshuayi ikinci golünü de atınca Emre Hoca 34’de üç oyuncu birden değiştirdi ve eski tüfek Caner’in kulübeye fırlattığı formasıyla yüzleşti.
Aslında Caner’in kızması gereken kanadından gelen ve engel olamadığı Arda ile Ferdi olmalıydı.
Finalin ilk devresi Fenerbahçe daha fazla gol atamadıysa sebebi, başta kötü oynama hakkını kullanan Valencia olmak üzere 2-0’dan sonra ayağına top gelenin kendine oynayıp gol atmak istemesiydi.
Maçın ikinci yarısı bittiği yerden, yani kaçan Fenerbahçe golleriyle başladı. Ancak, hepsinde Arda’nın rol aldığı Zajc’ın direkten dönen topu, Muhammed’in kale çizgisi üzerinde hakim olabildiği Batshuayi’nin pozisyonu, Başakşehir’in az da olsa maçı çevirme ümidini tüketemedi.
Kupa olur da “sinek” olmaz mı?.. Başakşehir’in sayılmayan golü sonrası kulübelerin neredeyse birbirine girmesi kupanın mide bulandıran sineği idi.
Değişiklikleri ilk kez son çeyreğe bırakan Jesus, 2-0’ı yeterli bulup Valencia ve Zajc’ı çıkardı, İsmail ile Osayi’yi sokarak tek forvete ve daha sağlam bir orta sahaya döndü. Bu hamleler durdurdu Başakşehir’i.
Muhtemelen son maçında inatlarından dönüp futbolun icaplarını yerine getirmiş oldu Portekizli Hoca. Mesele kişiselleşince daha özenli oluyor insanoğlu. Anlayın Türkiye’den elini kolunu sallayarak dönmeyi ne kadar istemediğini.
Kupayı aldı da zaten.
Bu kupa en çok neye yaradı derseniz; paslanmış Fenerbahçe Müze kapısına yağlanma fırsatı yaratmanın yanı sıra, patlamak üzere olan Fenerbahçe düdüklü tenceresinin basıncını düşürmeye derim ben. Akladığı, kurtardığı, eşikten çevirdiği isimler, istatistikler falan hep sonra.