Sanki geçtiğimiz sezon rakiplerinin hatalarıyla ulaşmamış şampiyonluğa Galatasaray...
Sanki rakipleri aynı hocalar ve aynı kadrolarla çıkacaklar yine sahaya...
Sanki en büyük ekmek kapısı Şampiyonlar Ligi gruplarında mücadele etmeyecek...
“Bir-iki nokta transfer yeter de artar” havasında nedense.
Eksilenler de cabası...
Teknik direktör Hamzaoğlu, Fenerbahçe transferlerinin muhasebesinde!.. Oynayamayacak yıldızları hesaplayıp Fenerbahçe’nin parasına acıyor iyi mi?!
Melo’yu anlatsana Hoca’m.
Beşiktaş Başkanı sayın Fikret Orman yeni stadı Fenerbahçe maçına yetiştirmek istediklerini açıklamış...
Hadi hayırlısı!
Olmuşken “dört dörtlük bir gün olsun, torunlarımıza anlatalım” fikrinde demek ki.
Lakin büyük oynayanın büyük kaybetme riski de vardır.
En iyisi, yorum yapmadan önce tarihe bir göz atalım isterseniz.
Meraklısı olduğum ve her daim ibretler çıkardığım 2. Dünya Savaşı’na...
Yıl 1940... Tüm Almanya’nın iftihar ettiği Bismarck savaş gemisi suya indirildi.
Arda hafta başında İstanbul’daydı... Lüks bir mekanın VİP bölümünü kapattı ve sevgilisiyle, dostlarıyla yemek yedi.
Afiyet olsun ama...
Galatasaray’da oynarken cep sinemasının biletlerini ödeyip nişanlısıyla film izledi diye görgüsüzlük ve şımarıklık parantezinde pata küte giriştiğimiz, kıyasıya eleştirdiğimiz Arda için tek olumsuz cümle duydunuz mu lüks mekanın lüks bölümünü kapattı diye?
Artık döviz kazandığı ve misak-ı milli sınırlarında her harcamasıyla ekonomiye katkı yaptığı için değil herhalde...
Açık söyleyelim... İşinin ehli bir futbolcu olarak bol para kazanan Arda’nın ufak tefek keyfi harcamalarını görmezden gelmeyi, biraz ayrıcalık istemesini hoş karşılamayı, eleştiriyi mesleki çıtada tutup mahalle düzeyine indirmemeyi bile yabancılar öğretti bize.
En azından öğrenebilenlerimize!
Buradayken hep bizim “haşarı ufaklığımızdı” Arda.
Galatasaray’ı yöneten akıl, formalara dikilmiş, duvarla çizilmiş “dört yıldızın” sahadaki mücadelede de işe yaracağını sanıyor galiba!..
“Yıldız mı; buyurun size dört tane”!..
Ha formanın içinde, ha üzerinde...
Evet... Normal koşullarda Süper Ligin şampiyon takımına işin piri bir Podolski transferi, eksik yerlere ortalama takviyeler yeter de artardı... Apoletteki bir fazla yıldız da az buçuk katkı yapardı ama Galatasaray geçen sezondan yeni sezona taşacak üstünlükle rakiplerini eze eze uzak ara falan şampiyon olmadı ki...
Herkes izledi; nüanslar dışında rakipleriyle eş değerdi.
İşin aslı teknik direktörleri marifetiyle Fenerbahçe ile Beşiktaş yardım etti dördüncü yıldızı almasına.
Geldik yeni sezona...
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, kamuoyunun haftalardır kafasını meşgul eden iki önemli sorunun yanıtını verdi.
Transferlere ödenecek paranın, takımdan gidenlerin getirisi ile büyük ölçüde karşılanacağını, arada makul bir miktarın kaldığını söyledi, “Bu kulübe 30 milyon dolar cebimden verdim, tek kuruşunu istemedim; almam da. Kimseye de borç bırakmam. Durun daha ölmedim” dedi.
Bir Katar Bankası ile Saracoğlu adının değiştirileceği söylentileri için “Hepsi palavra... Stadın isim hakkı için bir Türk şirketiyle görüşmelerimiz var. Asla silmeyeceğiz Şükrü Saracoğlu’nun adını. Önüne veya ardına bir sponsor adı koyabiliriz” ifadelerini kullandı.
Muhalifinden fanatiğine her renkten futbol adamı Fenerbahçe’nin büyük transfer atağına şapka çıkarırken...
Bitirim tribün elemanı rakip “meslektaşlarının” kıskançlık krizlerini “alayını transfer manyağı yaptık” diye körüklerken...
Ben, “Fenerbahçe değirmeninin suyu nereden geliyor” sorusunu atmıştım ortaya.
Öyle ya...
Fenerbahçe “yıldırım” gibi girdi transfere... Parladı, gümbürdedi, ortalığı kasıp kavurdu.
“Doğa olayı” değildi ama “doğaldı”.
Resmen miskinlik çökmüştü Fenerbahçe’nin üzerine. Hesaplar ve adamlar küçülmüş, depresyona girmişti. Dayanamazdı.
Terraneo ve Pereira ile kulübeyi aydınlattı. Kjaer, Şener, Fernandao ile sahayı... Nani, Van Persie eşikte, kaleci Fabiano, stoper Abdoulaye Ba kiralık “çarpmadan parlasınlar” diye Faraday kafesinde!
Öyle bir takım yapıyorlar ki her Fenerbahçeli’ye paratoner lazım!
***
Çok güzel de...
Fenerbahçeli Emre vakası için “ağaca dayanma kurur, adama dayanma ölür” sözü az bile...
Camiaya, kulübe, başkana da dayanmayacaksın...
Kurumazlar, ölmezler ama gün olur taşıyamayacak hale gelirler. Yetenek, şan, şöhret, cemaat, siyaset hepsi hava. Kulüp militanı gibi davranmak da boşuna.
Memleketin bir kısmına sırt verip bir kısmına gider yapıyorsan, Emre gibi televizyondan öğrenirsin en büyük aşkınla vedalaştığını. Üstelik yeni transferin basın toplantısında çerez kabilinden.
Fenerbahçe yönetimine “madem en vahim hatalarını bile görmezden gelecek kadar bağlıydınız, neden bu kadar kolay ve ayıplı ayrıldınız” sorgusu ayrı...
Son tahlilde kendi etti, kendi buldu Emre.
Emre Belözoğlu bir sezon daha Fenerbahçe’de kalsa faydalı olur muydu?..
Bizim ailede sevilen ve inanılan siyasi liderin nesilden nesle adı değişse de eski lidere özlem ve saygı katmerlenerek yürür silsile...
Atatürk... İnönü... Ecevit diye gider...
Ama rakiplerine nefret yok...
Hatta, kötü cümle bile kurulmaz.
Bunu da rahmetli babama borçluyuz galiba... Daha doğrusu ona kaderin yaşattığı bir dostluğa.
Atatürk aşığı ve İsmet Paşa’cı babamın mühendis mektebinden sınıf arkadaşıydı Süleyman Demirel.
Sadece arkadaşı değil, zekası, hafızası, esprisi, sorunlara akılcı yaklaşımı ile kardeş gibi benzeriydi ki, biz o günkü Teknik Üniversite hocalarına bağlardık durumu.