Beşiktaş Başkanı sayın Fikret Orman yeni stadı Fenerbahçe maçına yetiştirmek istediklerini açıklamış...
Hadi hayırlısı!
Olmuşken “dört dörtlük bir gün olsun, torunlarımıza anlatalım” fikrinde demek ki.
Lakin büyük oynayanın büyük kaybetme riski de vardır.
En iyisi, yorum yapmadan önce tarihe bir göz atalım isterseniz.
Meraklısı olduğum ve her daim ibretler çıkardığım 2. Dünya Savaşı’na...
Yıl 1940... Tüm Almanya’nın iftihar ettiği Bismarck savaş gemisi suya indirildi.
İnsanoğlu’nun gördüğü en büyük savaşın hemen başında...
Bismarck bir abideydi. Yaklaştıkça korkunçluğu ortaya çıkan bir zerafet ve güç abidesi.
“Batırılamayacak gemi”!
Fenerbahçe gibiydi. Topla yıkılmayacak kadar güçlü zırhı, rakiplerini mahvedecek müthiş silahları vardı.
O devrin en iyisiydi.
Bismarck, “Rheinübung Harekâtı” adı verilen tarihi olayla Atlas Okyanusu’na açıldı.
Müttefiklerin tek amacı vardı; Bismarck’ı durdurmak... Atlas Okyanusu onların mekanıydı ve öyle kalmalıydı.
Hiç kolay olmadı Bismarck’ı ve hayallerini suya gömmek.
Henüz kapışma başlamıştı ki, Alman teknolojisinin son eseri sadece beş atışta Kraliyet Donanması bayrak gemisi HMS Hood’u yok etti.
Beş isabetle rakip devi indiren Bismarck’ı mağlup etmek için tam beş yüz isabet ve üç torpido gerekti ama ne kadar güçlü olursa olsun batmayacak gemi yoktu.
Fenerbahçe gibi...
Buraya kadar çok haklı sayın Fikret Orman...
Vodafone Stadı’nın açılışı gibi tarihi olayın sıra dışı ambiansı ile Fenerbahçe’yi yenerek kişisel tarihinin dönüm noktasına altın bir sayfa ile başlayabilirdi Beşiktaş.
Lakin kıssadan hisseler bitmedi:
2. Dünya Savaşı sürecinde başka bir Alman savaş gemisi...
Adı Deutschland.
1931’de suya indi. İspanya iç savaşında görev aldı. Yaralandı. Onarıldı. Şan, şöhret tarih hep ondaydı.
II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Kasım 1939’da ilk iş olarak ne yapıldı biliyor musunuz?
Adı Lützow olarak değiştirildi.
Çünkü ismi Deutschland (Almanya) olan bir geminin batırılmasının psikolojik ve propoganda açısından kötü bir malzeme olacağından korkuldu.
Hiçbir gemi batırılamaz olmadığı gibi Deutschland’ın da batması muhtemeldi.
Nitekim, 1945 yılında üç adet 6 tonluk Tallboy bombası ile kötü hasar gördü ve Swinemünde’de kıçının üstünde (yanlış anlaşılmasın denizcilik terimi) karaya oturdu. Bir daha da iflah etmedi.
Yani... Yeni stadına muhteşem bir Fenerbahçe galibiyeti ile başlamak isteyen Beşiktaş Başkanı’nın hesabı tutmazsa, koskoca camia, büyük emekler, kötü bir anıyla başlamak zorunda kalmış olur.
Taraftarı hazır ve heyecanlı tutmak, onlara büyük hedefler ve büyük olaylar sunmak güzeldir ama Sayın Fikret Orman’ın bu hesabı iyi yapması lazımdır.
Her halde yapmıştır.
Ancak...
Evi olmayan Beşiktaş’ın ilk üç büyük maçını kendi sahasında oynamasını kesinleştiren fikstür çekimini hesaplamayıp, önceden talepte bulunmayan, ardından üç büyük rakibine “bizden korkuyorlar” falan gibi giderler yapmak zorunda kalan sayın Orman’ın hesaplarından şüphe etmek hakkımız vardır.
Yeni Stadın açılışını Fenerbahçe ile yapmak iyi de... Kazanma şartıyla.
Keşke Riva olmasa!..
İtiraf en üst mevkiden... Galatasaray Başkanı sayın Dursun Özbek, “böyle gidersek Avrupa yasağı kapımızda” diyor.
Oysa Galatasaray’ın gidişatı hiç de kötü değil...
En azından sportif başarı açısından.
Ayrıntılara gerek yok... Galatasaray’ın yakın dönem şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi’ne katılım istatistiği tüm rakiplerinden üstündür.
Ve hayret...
Aynı dönemde Galatasaray borçları üçe katlanmıştır.
Ne sonuç çıkıyor bundan?
“Bu ülkede sportif başarılar bir kulübün mali açıdan sağlıklı yaşamasına yetmiyor” mu?..
Hayır.
Galatasaray’ın özel bir durumu var.
Kadim kulübün en vahim handikapı “Riva arazisi”dir!
Şaşırmayın... “Milyar dolarlık mülk, Galatasaray’ın bütçesini nasıl alt üst edermiş” diye sormayın.
Anlatayım:
Borç içinde yüzen bir mirasyedinin, “nasıl olsa babamdan kalan arazi var” diye bütçesini denkleştireceğine, borcuna borç katması gibi bir şey Galatasaray’ın durumu.
Riva güvencesi, her daim sanal bir rahatlık yaratıyor.
Satsan satılmıyor. Üzerine bir şeyler yapmaya çalışsan para bulunmuyor ama tahsil edilemeyen bir piyango bileti gibi ona mahsuben harcama yapılıyor Galatasaray’da.
Hem de yönetim nesilleri boyunca.
Şeytan diyor ki; keşke Riva olmasa.
Galiba gün gelip Galatasaray’ın borçlarıyla Riva’nın değeri eşitlenecek ve hesap temizlenecek.
İşte o zaman gelirleriyle idare etmeyi öğrenecek Galatasaray.
Başka çare görünmüyor.
Quaresma riski
Quaresma Beşiktaş’a “ilk kez” geliyor olsa; inanın Podolski, Van Persie, Nani, Eto kadar ses getirirdi futbol dünyamızda.
Lakin, frene basıyor zihnimiz.
Zekamız “şüphe” antenlerini açıyor.
Çünkü herkesin aklının bir köşesinde “canı isteyince oynayan” bir Quaresma var.
Giderken yaptığı “at pazarlığı” da cabası.
Söz uçar yazı kalır. Kendi adıma şöyle yazmışım Quaresma’nın vedasını:
Quaresma büyük futbolcu, yetenekli, topa yakışan, tek başına skoru değiştirecek adam... Ama insanın gerçek yüzünü ortaya koyan para ve söz işlerinde sıfır.
Takım arkadaşları onu sevmiyorsa her halde bundandır.
Bakın resmen seyyar satıcı ile tıraş makinası pazarlığına çevirdi Beşiktaş ile ilişkisini:
-İn 2 milyon 750 bine...
“En son üç milyon”
-Al üç milyon.
“Fiyat 3 milyon 750 bine çıktı. “Manyak mısın sen” falan demedi, dönüp arkasını gitti Beşiktaş başkanı.
Utanmasa seslenecek geriden:
“Gel gel, 2.750...”
Herkes değişebilir.
Herkese ikinci bir şans gerekir.
Umarım “Beşiktaş’a borcum var” sözlerinde samimidir Quaresma.
Yoksa, bize zararı “sabıka kaydına” inancımızı arttırmakla sınırlı kalır ama Beşiktaş’ı yönetenleri feci bir duruma düşürür. Yılın en riskli yıldız transferidir kendisi.