Böyle maça az rastlanır... Baskılı oynayanın değil, zekasını kullananın kazandığı ve sonuçları kendisinden önemli bir derbiydi.
Neydi o sonuçlar?
Galatasaray’da bayram... Şampiyonluğu kazandı gibi.
Beşiktaş’ta hüzün. Şampiyonlar Ligi ihtimalini bile yitirdi. Fenerbahçe ise şaşkın her halde! Hesap kitap; işin içinden çıkamıyorlardır.
Bitmedi sonuçlar...
8’de 8 yapan Bilic’i “derbi engelli” diye gönderenler haklı çıktı.
Hamza Hamzaoğlu ise Terim’in kravatını taktı.
Siz hiç Amasya mitingine sepet sepet elma ile çıkan, Afyon mitinginde kulağına kiraz takan bir siyasetçi gördünüz mü?..
Veya Giresun’da boynunda fındıktan çelenkle halka hitap eden bir lider?
Her politikacı gittiği kentin futbol takımına ait bir atkı doluyor ama boynuna.
Bir de “modern” stat sözü...
Olmadı, -sporun hakça rekabetin ruhuna aykırı ama- üst lige terfi için destek...
Spor, bu kadar.
Oysa vatandaş spor adına ne bekler memleketi yönetmeye talip olandan?..
Olacağı buydu!.. Viyadük suikastçısını bulamazsanız, linç girişimi de olur Fenerbahçelilere, bomba ihbarı da, hedef tahtasına koyma da.
Belki başka şeyler bile... Yazıp da yol gösterecek değilim.
Benim bildiğim; otorite zaafını sever anarşi.
Mermi sıkan psikopatlara, kalabalıkta dayı olan yeni yetmelere, futbolcuyu dürbünlü tüfek hedefine yerleştiren salaklara, var olduğunu insanlara verdiği zararla hissedebilen ihbarcılara, küfürbazlara, ilkel vatandaşlara ufuk açar yakalanamayan suçlular, cezasız kalan suçlar.
Bu vahim tabloyu, oturup “ne kadarı hak edilmiştir” mantığı ile açıklamaya kalkanlar ve “Fenerbahçe nefreti”ne bağlayanlar da bilerek veya bilmeyerek suça ortaktırlar.
“Efendim, içinden çıkılmaz hale gelen futbol teröründe Fenerbahçe’nin, başkanının, bazı yönetici ve futbolcularının da payı var”!..
Eee... Karşılığı kurşun, bomba, linç midir?
Az daha ezeli rakibi Galatasaray’a Beşiktaş maçı ardından dördüncü yıldızı takma fırsatı yaratacaktı Fenerbahçe...
Kimse merak etmesin... Maçın yarısını 10 kişi oynayan rakibi karşısındaki zorlanmasına ve tuhaf moral motivasyonuna bakarsanız; belki haftaya!..
İsmail Kartal maça Topal-Meireles ikilisiyle yine farklı bir orta saha ile çıkıp Caner’i de forvete taşıyınca, son haftaların “rutini” akla geldi ve “alışıldık şekilde ilk yarıyı heba edecek Fenerbahçe” dedik ama ne pozisyonda eksiklik vardı ne de tempoda düşüklük.
Mersin İdmanyurdu da pozitif oynayınca ortaya golsüz fakat futbollu bir ilk yarı çıktı.
Ama İsmail Kartal’ın maçtan önce söylediği gibi “tamam mı devam mı maçı” kıvamında değildi asla. Bir vites küçüğü... Sekizinci haftadaki bir deplasman maçı gibi. Şampiyonluk yarışında “kazanmak zorunda” takımın asılması yoktu ortada. Coşkusuz, iştahsız, görevini yapan futbolcular; o kadar.
Aslında 2-2 bile bitebilirdi devre.
Çünkü ne Mersin ne de Fenerbahçe baskı yapmıyor, orta alan kolay geçiliyordu.
Maçın 2. dakikasında durup düşünseniz, Fenerbahçe’ye “piyango vurdu” derdiniz...
Başlama düdüğünün yankıları sürerken Egemen’in golüyle maça 1-0 galip başlamış bir Fenerbahçe var ortada. Rakibi ligin dibinden Erciyesspor ve asları da Kayseri’de.
Sanki hediye!..
Lakin siz bu hesapları yaparken 6. dakikada beraberlik geliyor ve antrenman boksörü yerine koyulan Erciyes koskoca 45 dakika Fenerbahçe’ye kök söktürüyor.
Fenerbahçe, Kadıköy’de kontrataktan gol arayacak hale geliyor. Erciyes’in biraz şansı olsa 10. dakika 2, 20. dakika 3 yapar gollerini.
Neden?
Birincisi Erciyes kazanmaya gelmiş “beraberliğin yasak” sayıldığı bu maçı. İkincisi, aynı şey Fenerbahçe için de geçerli ama telaş olarak dışa vuruluyor.
Bugün itibarıyla bir şampiyonluk var üç de sahip... Evet, “talip” değil adeta “sahip”!..
Galatasaraylı için kupa gelmiş, Fenerbahçeli için garanti, Beşiktaşlı açısından çantada keklik şampiyonluk...
Aslında, Süper Lig’in tarihinde rastlanmayan burun buruna yarışta bir taraftara yakışan, farz olan da budur.
Hak ve görevdir.
İşin zevki, keyfi, heyecanı burada yatar.
Muhabbet buradan doğar.
Ve böyle fırsat çok zor doğar.
Fenerbahçe tecrübesi ve bireysel kalite farkıyla yine yarışın içinde kaldı ama tebriklerden önce “geçmiş olsunu” hak ettiği bir maçla!..
Geçmiş olsun; çünkü beraberlik bile Fenerbahçe’yi damdan düşmüşe çevirebilirdi.
İsmail Kartal, devre arasında Sergen Yalçın’ın yakasına yapışıp “kardeşim hani rakibe endeksli kadro yaptık diyordun” diye diklense yeriydi.
Sahi, neredeydi Sivasspor’un savunma ağırlıklı ekibi?
Sivasspor’da Utaka, İbrahim Akın yedekti ama sadece Batuhan’ı topla buluşması yetiyordu Fenerbahçe kalesinde pozisyon olmasına. Uzun topu Batuhan durduruyor, fiziği ile saklıyor, egoistlik etmeyip sağdan inen Burhan’a veya soldan hızlanan Aatif’a aktarırsa, al sana gol pozisyonu.
Hele serinkanlı paslarla rakip kaleye yaklaşacak ve Gökhan’ın veya Caner’in ortasıyla pozisyon bulacak Fenerbahçe’nin bekleri ilerde kalmışsa...
Öbür kale yakınlarında dolaşan ve neden Webo’nun yerine tercih edildiği anlaşılamayan Emenike’den on kat etkili ve verimli bir Batuhan vardı sahada. Arkasındaki üçlü ise Sergen Yalçın kadar akıllı...
Gözünü seveyim matematiğin!.. Sayın Bakan Avcı Eskişehir’in Mihalıççık ilçesinde “üzmeyin Fenerbahçemizi” diyen vatandaşa öyle bir denklem sunuyor ki, itiraz edenin TC vatandaşlığından şüphe edilir.
“İfadesine göre Fenerbahçe 60 milyon harcamış Evren lisesini almak için... Oranın değeri 376 milyon. Satalım, 81 vilayete Fenerbahçe lisesi yaptıralım; var mısın”?..
Matematik böyle söylüyor...
Sayın Bakanımızın da gönlü gani.
Ama mantık hani?.
Bir kere, Fenerbahçe “okul seferberliği açmış” milli eğitim gönüllüsü sivil toplum örgütü değil ki... Her ilimizde Fenerbahçe Lisesi olması sevindirir tabi. Fakat ortadaki iş... Sözleşme.
Anlaşmış, Kenan Evren Lisesi’nin yerine üç okul yaptırmış. Yani liseyi yıkıp memleketin öğrenim kurumlarını eksiltmemek için. Uymuş taahhütlerine.