İzlanda’ya üç çekse de... Bugün Konya’da yenilip boynu bükülse de fark etmez... Doğrudan finallere çıksa da... En iyi üçüncü veya en kötü üçüncü olsa da... Hollanda’ya geçilip Fransa’ya gidemese de... Ne gam!..
Önemli olan; bu Milli Takım görevini yapmıştır.
Futbol adına yapamamış olsa ne yazar!..
Millet baba... Milli Takım milletin evladıdır.
Kızarız ama silemeyiz... Küseriz; sürdüremeyiz.
Söyleniriz... Ama söylediklerimiz, sevgimizi bağlamaz.
O bizdir, biz o. Etle tırnak gibi.
Dünya Prof. Dr. Aziz Sancar’ın Nobel’e ne kadar layık olduğunu, biz onun hangi kökenden olduğunu tartışaduralım, Türkiye bilim dalında ilk Nobel’ini beş santim farkla yakaladı!
Cumartesi Çek santrforun çekeceği şutun direğin beş santim uzağından geçmesi gibi!..
Prof. Dr. Aziz Sancar’ın boyu beş santim daha uzun olsaydı, Nobelli bir bilim adamı yerine çok yetenekli bir milli kalecimiz olacaktı... Bilemiyorum hangisini tercih ederdi sosyal medyada sayın Sancar’ın Nobeli değil kökeni ile uğraşanlar ama futbol jargonumuzun yakın geçmişte türetilecek “Cemil attı Aziz tuttu” gibi özlü ve güzel bir slogandan mahrum kaldığı kesin!
Çünkü çocuk yaşlardan itibaren hem sevdiği hem de yetenekli olduğu futbolla haşır neşirdi Prof. Sancar. Milli Takım daveti bile almıştı.
Çalışkanlığı ve disiplini göz önüne alındığında, boyu kaleciliğe biraz daha uygun olsa Aziz Sancar’ın futbolda zirvelere çıkması kaçınılmaz olacak, bu arada tıp ve moleküler kimya bilimlerine pek fırsat kalmayacaktı büyük bir ihtimalle.
Tanrıya şükürler olsun sayın Sancar’ın boyunda eksik kalan beş-on santim için!..
Prof. Dr. Aziz Sancar futbolcu olmasa da artık bir fenomendir Türkiye için!
Fenerbahçe “3 Temmuz” sürecinin bedelini çok ağır ödetmelidir... Tazminatsa tazminat. Yargıysa yargı! Her türlü hukuk yolunu sonuna kadar kullanmalı, zorlamalıdır.
Lakin “adresi” şaşırmadan!..
Ben hukukçu değilim; kalbimin ve mantığımın sesini dinleyerek yazıyorum.
O nedenle söyleyeceklerim hukuka ters gelebilir.
Ama vicdana değil.
***
Evet... Tazminat, Fenerbahçe’nin kaybettiklerini manevi değil ama maddi açıdan yerine koymak için şarttır beraat ardından.
Peki kimden alınacak?
Hukuk, eğitim, medya, iş hayatı, askeriye, emniyet ve siyasetin yanı sıra Fenerbahçe üzerinden de güç gösterisi yaparak toplum mühendisliğine soyunan Cemaat’in eline yüzüne bulaşan “farklı bir Türkiye” ütopyasına “ilk kurşunu sıkan” Hasan Tahsin gibi bir meslektaşımız değildi ne yazık ki... Direniş, sokaktaki Fenerbahçeli ile hapisteki yöneticilerinin omzuna yüklendi… Üzerine oyun kurulan Fenerbahçe beton gibi kenetlenirken, özellikle spor medyası bir daha kucaklaşamayacak kadar bölündü, hasım oldu, çok büyük yaralar aldı şike davası sürecinde.
Neden?..
Birinci sebep insan unsuru ve futbol medyasının açık kapısı!
Giren çıkan belli değil ki...
Gazeteci etiği, ahlakı ve birikimine sahip olmayan her meslekten adamın dilediği gibi kalem oynattığı/konuştuğu ve adam sanılıp dinlendiği spor yorumculuğuna Fenerbahçe operasyonuyla birlikte yamanan tetikçiler, ne itibar bıraktı ne de seviye.
Rüzgara göre yelken basanlar, “yağcılık ve şöhret” gibi kaymaklı ekmek kadayıfını geri çeviremezdi elbet.
Salakları bir kenara ayırıyorum...
“Artık yükselişe geçecek” derken, pistin sonuna gelmeden kanatları üzerine oturdu Fenerbahçe!
Sezon başında “füze” olacağından herkes emindi...
Haftalar geçtikçe “zeplin” gibi ağır ve hantal olmasından korkuldu...
Herkes “çift motorlu pırpıra” da razıydı; yeter ki uçsun...
Olmadı.
Tam bir mühendislik hatası çıktı takım.
Nasıl mı?.. Üç günde bir farklı bir kurguyla sahaya çıkan Fenerbahçe’de formanın içindekilerden çok teknik direktör Pereira değişti aslında.
Fenerbahçe Sportif Direktörü Terraneo’yu nasıl bilirsiniz?..Çağdaş yapılanma sürecindeki Fenerbahçe’nin futbol branşında mutlak otorite... Saygı duyulup direktiflerine uyulması gereken biri değil mi?
“Kişisel karizmasına Fenerbahçe’nin gücü eklenmiş yüz milyonlarca dolarlık insan sermayesini yöneten, tam yetkili, çok etkili bir futbol fenomeni” her ha lde!..
Ne gezer!..
İcabında kulağından tutulup dışarı atılacak kadar “olmasa da olur” bir elemanmış meğer kendisi.
Dereağzı’ndaki kapıya tebelleş olup sırnaşarak karnını doyurmaya çalışan sokak kedisi misali!
Hayır... “Fenerbahçe düşmanlarının” taammüden yaydığı bir dedikodu değil bu. Medya da uydurmadı... Kulübün yükselişine engel olmak veya takımı içten çökertmek için uğraşanlar da söylemedi.
Fenerbahçe Başkanı sayın Aziz Yıldırım’dan duyduk.
Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi için her şeyi söyleyebilirsiniz ama “dağ fare doğurdu” diyemezsiniz... Olimpiyat Stadı’na gelen herkes parasını helal etmiş olmalı.
Her şeyden önce “Beşiktaş derbi kazanamıyor” edebiyatı tarih oldu.
Hem de “mazeretsiz” Fenerbahçe’ye karşı...
Öyle bir derbiydi ki, futbolu süper değildi ama mücadelesi dört dörtlük, heyecanı boldu. Futbolun yarısı mücadele olduğuna göre...
Pozisyonları çoktu... Ama bir yarıda atılan üç gol de duran toptan kafayla. Yani bitiren mücadele son dokunuşta...
Son dokunuşlara gelince, bir Beşiktaş bir de Fenerbahçe golü kendi kalelerine kendi futbolcularının temasıyla.
Neden peki?
Her iki takımda da bireysel motivasyonların tavan yapmasından...
Hayır!.. “Tesadüf” değil. Atıp tutturmadım. Eğrisi doğrusuna denk gelmedi...
Aynı uğraşın farklı ucunda bulunup, masanın ayrı yanlarında senelerini geçirmiş iki insan olarak tanıdım, öğrendim, anladım Şenol Güneş Hoca’mı.
İki gün önceki Ters Köşe’de Şenol Güneş bölümüne şöyle başlamıştım:
AMAN ŞENOL HOCAM!..
Madem ki, üç büyükleri, teknik direktörlerin söyledikleri ve söylemedikleri üzerinden değerlendiriyoruz; sıra Şenol Güneş hocamıza geldi...
Aslında sayın Şenol Güneş, söylem bakımından en “tehlikeli” hocalarımızdan biridir her zaman!
Tehlikeli, çünkü politika yapmaz, yere-zamana bakmaz, düşündüğünü pat diye söyler, sonra ayıkla pirincin taşını.
Doğmamış çocuğa don biçerek, üstelik Şenol Güneş gibi bir futbol fenomenini “muhtemel şüpheli” ilan ederek gereksiz risklere kaldıraç mı yapmıştım kalemimi?