Hakemleri esir alan, kadınları aşağılayan, “kim aradı da geri adım attın” deyince karakolda doğru söyleyip mahkemede şaşan Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nu “kınamak”, Fenerbahçe otobüsüne kurşun sıkan adamı “ayıplamak” kadar saçma geliyor bana!..
Mesele “hata” boyutlarını aşmış, yasalara göre “suç” kapsamına girmişse ki, sayın başkan da farkında-kınamak, ayıplamak ne kelime... Bizlerin söylediğimiz ve söyleyeceğimiz her laf İbrahim Hacıosmanoğlu’nun lehine.
Tıpkı rakip seyirciyi taşlayanları, sahaya inip futbolculara hakemlere saldıranları ceza yasası kapsama alanından çekip alarak “tahrik” enleminde, “taraftarlık” boylamında tartışıp, işi sulandırıp, suçludan kahraman yarattığımız gibi.
Yüce yargı verir cezasını.
İlla da tartışmak istiyorsak o kadar çok sportif, sosyolojik, toplumsal boyutu var ki meselenin; seçmek zor aslında... Mesela, bir kulüp başkanı günün birinde cinnet geçirip “yakın stadı” emri verse ne olur?
Yakılır!..
Kibriti çakacak adamlar hazırdır. En azından Trabzon’da var öyle adamlardan. Kulüp başkanından “suç” olan emri aldığında, ya suç işlediğinin ayırdına varamayan ya da korkudan/çıkardan/sevdadan itirazsız kabul eden adamlar.
Sayın Vitor Pereira... Kay şöyle yana!.. Biz de yedek kulübesinden izleyelim maçı. Hatta mümkünse Lig TV ana kamerayı oraya koysun, millet “yükselen” Fenerbahçe görsün.
Senin açın iyi galiba!
Fenerbahçe’nin çok güzel oynadığı(!) iki büyük maçın devamı olacaktı ha Osmanlıspor zaferi?..
Lige dönüş... Şahlanış...
Daha doğrusu, kadrosundaki yıldızların, büyük yatırımların hakkını veriş... Evet... Fenerbahçe, son üç lig maçında mağlup olmuş, hocasını değiştirme aşamasına gelmiş Osmanlıspor karşısında baskın oynadı. Ezdi. Koştu. Coştu!..
Ama sadece “on dakika”... Bilemedin on beş!
Devamı; uzamış, kopmuş Fenerbahçe’nin kendi sahasından top çıkaramadığı çaresiz süreler, dan dun ileri yollanıp iki saniye sonra geri dönen toplar, pısmak, kapanmak ve maçın son çeyreğinde adeta kalesinde abluka.
Yazıktır günahtır maçın sonuna doğru sol bek oynayan Diego’ya... Bakın... Hemen hemen aynı zamanda maçın bitmesine 20 dakika falan kala iki takım da değişiklik yapıyor; Osmanlıspor defansif orta sahasını çıkarıp santrfor sokuyor, Fenerbahçe Van Persie’yi kenara alıp orta sahaya Meireles’i koyuyor.
Papa uçaktan inince sormuş gazeteci:
“Bu ülkedeki genelevler hakkında bilginiz var mı”?
Papa bozulmuş ama politik bir yanıtla atlatmak istemiş patavatsız gazeteciyi:
“Ülkenizde genelev var mı”?
Ertesi gün manşet:
“Papa uçaktan iner inmez ilk iş genelevi sordu”!..
Yani gazeteci “doğru haber” sınırları içinde kalarak da eğip bükebilir işi!..
Her yiğidin gönlünde bir aslan yatıyordu… Galatasaraylılar on altı yıl sonra Saracoğlu’nda kazanıp isimlerini tarihe yazdırmak istiyorlardı... Fenerbahçelilerin ise daha mütevazı bir hedefi vardı.
Tarih yazmayı sürdürmek...
Birinin cesareti eksikti, diğerinin nefesi.
Eksik gedik de olsa Fenerbahçe’nin dediği oldu... Yersen... Hiçbir Fenerbahçeliyi mutlu etmedi bu beraberlik tabi.
Aslında elindeki şansı tepti Fenerbahçe.
Maçın ilk yarısında taraflardan amacı ve işi daha zor olan Galatasaray inanılmaz bir şekilde tehlike bile yaratamadı Fenerbahçe kalesinde.
Aziz Yıldırım’ın “betondan anlarım futboldan da” iddiasını güçlendirecek şekilde elleri ayakları titriyordu sanki.
Bir yorumcu için “harakiri girişimi” sayılan “derbi sonucunu tahmin etmek” eylemi, benim adıma sıradan ve gelenekseldir.
Varsa bir öngörüm, açık açık yazarım. Lafı dolandırmam. “Şu kazanacak sanki” derim.
Bu da benim “tarafsızlık” avantajım.
Yöntemim basittir...
Evrensel bir metottan yola çıkarım:
“Dünü hatırlayıp, bugüne bakarak yarını anlamaya çalışmak”.
Öyle dehşetengiz parametrelere falan pek aldırmam. Çimlerin boyu, hava durumu, hakem istatistiği türünden etkileri, maçtan önce maçtan uzun konuşmak zorunda olan ekran yorumcularına bırakırım.
Dünkü futbol + bugünkü futbol + kıyaslama = yarınki kazanan tahmini.
Diyelim ki, bir milyon üye ile dört milyon Yandex’linin paralarını koyacak yer bulamamış, Robben’i de almış Fenerbahçe, İbrahimovic’i de... Hadi Messi de benden olsun!
Cümbür cemaat Kayseri’ye gitmişler... Pazar günü hocadan taktiği almışlar, sahaya çıkmışlar.
Ne yaparlar?
Hiç... Maç bittiğinde muhtemelen Pereira’nın üstüne yürürler, o kadar!
“Kardeşim, senin bizi rezil etmeye ne hakkın var”!..
SKANDAL TAKTİK
Neden mi?
Işıklar içinde uyusun Lefter Abi, uzun yıllar önce Milliyet’teki maç yorumuna “Ötmeyen Kanaryayı Ben Ne Yapayım” başlığı atmıştı... Kolay mı... Sadece futbolun değil hayatın da ordinaryüsüydü kendisi.
Demek ki, o günlerde de “kanarya” pırıl pırıl tüyleriyle şatafatlıydı, bakımlıydı, cinsti, altın tünekteydi ama gıkı çıkmıyordu. Tıpkı Kayserispor deplasmanındaki Fenerbahçe gibi.
Maçın özeti; “yok”!..
Hücum Yok... Tempo yok... Savunma geride... Orta saha stoperlerle iç içe... Kanatlar çalışmıyor... Ve en kötüsü, düzelten de yok.
Rakip Kayserispor desen; o da yok hükmünde!.. Zaten ligin en kısır takımı. Ondan futbol resitali bekleyen hiç yok.
Yani, tatil günü akşamüstü kaç televizyon kırıldıysa, esas sorumlusu Fenerbahçe.
Hakkını yemeyelim, Kayserispor-Fenerbahçe maçında “var” olanı da yazalım: Faul ve sarı kart.
“Bir kere de iyi bir haber olsun kardeşim” derler ya... Gülerim ağlanacak halimize!..
Kime iyi haber, birader?..
Sanki nadir müjdelere hep beraber sevinecek, hakkını verecek toplumsal kesişme noktalarımız kalmış da... Bir kere, alışmadık burunda gözlük durmaz!.. Şartlanmışız kötü habere, tersi kimyamızı bozar.
İkincisi, haberin iyi veya kötü olması fark etmez, tepkilerimizi “karşı olduklarımızın” davranışı belirler.
Hasmımın “iyi haberi” benim “kara haberimdir” mantığı.
***
Alın size (çok) yakın geçmişte üç iyi haber:
Nobel kazandı bir Anadolu insanı, ne oldu?..