Böyle olmaz Hoca’m!.. İki yanlış bir doğru etmez. Sahada yaptığın saçmalığı, basın toplantısında saçmalayarak telafi edemezsin.
Bu kadarına ustan ve rol modelin Fatih Terim’in karizması bile dayanamaz bilesin. Hele arabeske girersen hiç çıkamazsın.
“Kafama sıkar giderim” dersen, günün mana ve ehemmiyetine “Tabancamı unuttum helada” alıntısının daha uygun düşeceğini düşürürsün insanların aklına!
Öyle değil mi ama; stoperi ön libero yaptığın maçta kadro listesini bir yerlerde kaybettin mutlaka.
***
Aslında dertlisin ama hiç de fena bir pozisyonda değilsin. Daha doğrusu değildin.
Sadece iyi insan olarak algılanmıyordun; çok daha önemlisi, mağdurdun. Ki, mağduriyet en güçlülerin bile vakti geldiğinde ardına sığındığı bir kalkandır bu memlekette... Sen hakkınla kuşanmıştın aynı kalkanı.
Fenerbahçe için sıradan bir lig maçı değildi Bursaspor karşılaşması. Üç puan, Beşiktaş provası, falan hep ikinci-üçüncü sıradaydı...
Bu maçın “hayati önemi” vardı! Çünkü teşhis konulamıyordu Fenerbahçe’ye... Her şeyi tamamdı, futbol sağlığı alarmdaydı.
Acaba “kaza” mıydı, “arıza” mı Molde krizi. Fenerbahçe sadece maça çıkmadı; “Check Up”a girdi Bursaspor maçıyla.
Rapor; “ne yersen ye”!..
Ümitsiz vaka olmasından değil, psikolojik bir sorun yaşayıp atlatmak üzere olduğu için...
* * *
Fenerbahçe kadrosu açıklandığında anlaşıldı ki, Vitor Pereira, Molde faciasına futbolcuların neden olduğunu düşünüyor, kendini pek suçlamıyordu.
Bunun adı “İkinci Pendik Faciası”dır... İlki 16 yıl önce Türkiye Kupası’nda, ikincisi dün Molde karşısında Avrupa macerasında.
Sanki yıllar sonra Pendik’ten Norveç’e şişme botla... Resmen “battı” Fenerbahçe. Boğuldu.
Oysa karşısında ne yıldız ne de müthiş bir taktik vardı... Sadece görevini iyi yapan adamlar.
Efendim, Molde Fenerbahçe’nin onda biri değerindeymiş... Liberosu 40 yaşında, hocası yardımcıymış.
Hepsi Van Persie’nin formasını almaya çalışacakmış!
Pereira rakip hocanın kravatını istesin şimdi.
Rakibin hangi kategoride olduğunu ballandırmadan önce, muhtemel bir mağlubiyetle Fenerbahçe’nin düşeceği kategoriyi iyi hesaplaması lazımdı birilerinin.
Beşiktaş oynuyor...
Fenerbahçe savunuyor.
Galatasaray sadece konuşuyor!
Konuşmak da bir aktivite tabi...
Yapıcı, sonuç alıcı, ikna edici olup “gerçeğin üzerini örtmek” niyeti taşımadığı sürece!
Makul ve mantıklı cümleler içerirse...
Koskoca Galatasaray Başkanı, Galatasaray’da başarılı olmak mecburiyetini “iş hayatını kötü etkilememesi” gerekçesine nasıl bağlar mesela?
Aslında Fenerbahçe’nin coşacağı, Kasımpaşa’nın durdurmaya çalışacağı bir maç hayal ediyordu herkes.
Çünkü Fenerbahçe’nin karşısında üç haftada tek gol yemiş ve Süper Lig’de “rakiplerine en az şut çektiren takım” unvanını elde etmiş bir Kasımpaşa vardı.
Fenerbahçe ise “en önemli eksiğimiz” dediği “zamanı”, milli maç arasıyla telafi etmiş olmalıydı!
Kasımpaşa, ilk 45 dakikada “işini” çok iyi yapıp, Fenerbahçe’nin esas derdinin zaman olmadığı belli olurken, ortaya keyifsiz, pozisyonsuz bir devre çıktı.
Mücadele sadece orta sahadaydı...
O da Fenerbahçeli futbolcular tek top yaparsa... Aksi halde tatlı faullerle topu kaybetmeleri işten bile değildi. Örneğin, Meireles faul almadan ancak 42. dakikada topla alan kat etme fırsatı buldu; korner oldu... Golle sonuçlanan korner...
Fenerbahçe defansının 4’te 3’ü ve yeni sezonun en çalışkan adamı Diego sakattı ama sonuçta dünyanın tanıdığı futbolculardan kurulu, geniş kadrolu bir takımdı Fenerbahçe.
Fenerbahçe... Galatasaray... Beşiktaş...
Hepinize “helal olsun” arkadaş!
Yöneticilere, futbolculara, hocalara, taraftar gruplarına, internet sitelerine, tepeden tırnağa helal olsun!
Şu netameli günlerde aynı bayrağa el basıp, aynı niyete mühür koyarak, aynı sloganları ezberleyip aynı formaları giymeye niyetlendiniz ve teröre karşı “ortak” tavır aldınız ya; Kadir Gecesi ibadeti gibi... Ufak tefek ne hata varsa silindi gitti hepsi.
En azından bizim hafızamızda...
***
Ancak... Bir itirazım olacak:
Bize hayatı haram ettiniz.
Gençliğimizi, dostlarımızı, evlatlarımızı, huzuru haram ettiniz.
Kardeşliğimizi, iyi niyetimizi ruh sağlığımızı hatta paramızı pulumuzu haram ettiniz.
Kırk yılda bir eğrisi doğrusuna denk gelen üç gram futbol keyfimiz vardı... Onu da haram ettiniz.
Sevinmeyin!..
Hiçbir lanetli planınızı beceremeyeceksiniz.
Şehitlerimizin kanları toprağa indiği sıralar göğe yükselen Al Bayrak’lar kapak olsun size.
TV kanallarının sabaha karşı yayınladığı kiloyla satılan filmlerden biriydi!.. Bir işkencecimiz vardı, bol da kurban. Gerisi kan revan... Tek farkı; işini seviyordu işkenceci... Bilerek yapıyor, özen gösteriyor, ağırdan alıyordu.
Galiba tıp okumuştu. Cinayet mahalli tam donanımlı hastanenin acil servisi gibiydi. Kurban ölmek üzereyken dikiş atıyor, şoklarla, adrenalin iğneleriyle müdahale ediyor, tekrar hayata döndürüyordu ki, onun keyfi- kurbanın çilesi uzasın... Arada sırada kısa metraj “kurtuluşlara” müsaade ediyordu ki, kurban tam ümitsizliğe kapılıp hayatı bırakmasın.
Letonya maçının son dakikalarında sanki aynı filmi izledik bir daha!
Kurban, ben ve Milli Takım’ı tutan bu milletti.
Hayır; “işkenceci” olan Milli Takım değildi. O bizim kalbimizdi!
Acıyla kıvranan, durup durup tekrar çalıştırılan, kırık, hassas kalbimiz... Ve yaşadığımız sürece, kimler temsil ederse etsin, öyle de kalacaktı.
Ölmemize bile müsaade etmeyip acı çekmemizden zevk alan, Hollanda!