Kimse “Kayseri pazarlığı” yapmasın!.. Rakip “Kayserispor” yazılıp “Braga” okunuyordu Fenerbahçe için...
O kadar ki, ilk yarıda Fenerbahçe’nin kurgusu, oyuna yaklaşımı, hatta ruh hali Braga ile deplasmanda oynuyormuş gibiydi.
Sanki 1-0 galibiyeti koruyordu!
Düşünün; ilk yarının bilançosu bir tek gol pozisyonu Fenerbahçe adına...
Çünkü kafa çeyrek finaldeydi.
Kadro da öyleydi, mantık da motivasyon da...
O yüzden arkasında Kjaer, önünde Souza ile takımın belkemiği Mehmet Topal’ı kulübede dinlendirmekte sakınca görmedi Pereira.
Mehmet Topal’ın ciğerini, yüreğini, ayağını, kafasını, niyetini ve çabasını takdir etmeyen bir Allah’ın kulu bulamazsınız futbol aleminde... Fenerbahçelileri ayırıyorum; onlara oyunda, skorda, savunmada, kısaca futbolun tüm kapsama alanında doğrudan faydası var... Bu takım ne “sakınanlar” görmüştür ki, yeteneklerini tepe tepe kullanan Topal mest etmektedir Fenerbahçelileri... Elbette takdir edecekler, sevecekler. Asıl, rakip takımlara gönül verenlerden de bulamazsınız “anti Topalcı”.
Neden?..
İşte püf noktası burası:
Adam futbolcu olduğu kadar insan bir defa... Değerli eşiyle birlikte bir bakıyorsunuz göz ardı edilmiş gariban hastanesinin ihtiyaçları için kampanya başlatmış, bir bakıyorsunuz hasta çocukların yanında.
Ne züppelik, ne abartı... Göstere göstere değil, içinden geliyor bu ülkenin ona verdiklerini bu ülkenin ihtiyacı olanlarıyla paylaşmak.
Allah’ın bu duyguyu yüreğine yerleştirdiği insanlar bilir “gereğini yapmanın” ne büyük huzur verdiğini. Belki de o sebeple son derece pozitif bir insan kendisi.
Bitmedi...
Mustafa Denizli, Galatasaray’a neden gelmişti?.. Geçin stoperi, sol içi, taktiği, fiziği... Son tahlilde takımı düzlüğe çıkararak kulübün güçlenmesini, yücelmesini sağlamak için değil mi?
İmza töreninde de açık açık bu misyonunun altını çizdi elini taşın altına koymadan önce.
Olmadı... Futbol takımı eskisinden beter hale geldiği için bastı istifasını gitti... Ama hâlâ dolaylı da olsa Galatasaray Kulübü’nü yüceltme imkanı var elinde!
Nasıl mı?
Bir kulübün güçlenmesi sahada kazanmaya bağlı olduğu kadar çürük elmaların ayıklanmasına, bilerek veya bilmeyerek takıma/kulübe zarar verenlerin uzaklaştırılmasına bağlıdır aslında.
Galatasaray’ı tek başına Mustafa Denizli mi bu hale getirdi?
Hayırsa... Takımda/yönetimde de birileri olmalı değil mi?
Her şeyden önce bu maçın analizini, futbol yorumcuları değil topoğrafya uzmanları yapmalı!..
Manisa Stadı’nda arazi o kadar engebeli ki, kimi ne kadar etkilediği performans, teknik, taktik terazisiyle değil ancak titiz bir topoğrafik haritayla ortaya çıkar.
Hani Amerikan Futbolu’nun topatan kavunu gibi Wilson marka topları var ya; onu koyun santraya ve “oynayın” deyin... Veya tavla zarı gibi üretilmiş altı yüzlü sekiz köşeli bir top... Valla çukura hendeğe uyar, eğirisi doğrusuna gelir daha zevkli maç izlenir.
İki takım da son derece iyi niyetle şartlar elverdiğince mücadele ediyor ama Akhisar biraz daha alışkın sahaya.
Başta Fenerbahçeli futbolcular ayakta duramıyorlar. Volkan, Alper koşarken çukura denk geliyor. Akhisar’dan Caner, Fenerbahçe’den Diago bir devrede birer krampon eskitiyor.
Paslarda kekeme gidiyor top... Havada bile parazit yapıyor neredeyse!
Herkes arazi vitesinde ve kaçak oynuyor mecburen. Kimse menuskus olmak, çapraz bağlarını koparmak istemiyor.
İki elin parmakları kadar siyasetçiyi, bir elin parmakları kadar bürokratı, birkaç patronu ayırın; kulüp başkanları ile yarışacak popülariteye ve kitleleri yönlendirebilme gücüne sahip kimse bulamazsınız bu ülkede!
Denemesi bedava:
Rastladığınız beş kişiye önce TBMM Başkanı’nın adını sorun, sonra üç büyüklerin başkanlarını... Veya Tarkan “adım yazan bilekliklerden alın” desin; bakın kaç satacak!
Tanıdık yüzler vardır, gücü yoktur. Gücü vardır popüler değildir... Allah ikisini birden kulüp başkanlarına nasip etmiş bu topraklarda.
Yani... Halk içinde muteber kimse yok “başkan” gibi!
İyi de... Heba ediliyor bu kapasite.
O zaman; olmaya başkan kulüpte, bizimkiler gibi!..
Hani hepsi “kulüp için yapmayacağım yoktur” diyor ya!.. Maliye müfettişinden beter UEFA takibinde “bir yudum gelir” için kıvranacaklarına, çıksınlar reklamlara en az birer Van Persie’yi bedava getirsinler.
Bir derbi galibiyeti ile şampiyonluğu kazanamazsınız...
Ama böyle bir derbiyi kaybederek şampiyonluğu kaçırabilirsiniz!
Yani Kadıköy zaferinden sonra kalan onbir haftada Fenerbahçe’yi çok dikkatli olması gereken maçlar bekliyor...
Beşiktaş’ın ise yarışın başını çekmek için 2-0’lık mağlubiyeti hemen unutup fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor.
O zaman Fenerbahçe mağlubiyeti “kaza” kategorisine girer ve Beşiktaş uzun yürüyüşünü sürdürebilir.
Çünkü bildiğin gibi baskı yaparak arkayı unutmak, pek çok rakipte işe yarar ama Fenerbahçe gibi kontrollü oyununa tek devre de olsa sürat ve coşku ekleyen büyük takıma sökmüyor işte... Rakibe göre oynamamanın cezasıdır bu Beşiktaş’a...
Fenerbahçe maça tek devre oynanacakmış gibi başladı. Fenerbahçe tribünlerinin coşkusunu aratmıyordu ev sahibi... Baskılı agresif, sert, öne doğru ve çok yüksek tempoluydu.
Galatasaray’ı bilmem... Ama ben inkar edemem Mustafa Denizli’nin “emeklerini”. Son Galatasaray macerasında kendisi ve Galatasaray’la ilgili her “öngörümü” bire bir gerçekleştirerek kariyerime ciddi katkılar yaptı sevgili Hoca’m!
Ancak, son tahlilde yıkıcı kayıplar pahasına kazanılan bir “Pirus zaferi” benimkisi... Tam da dediğim gibi; Galatasaray da dibe vurdu, Mustafa Denizli de.
Eee?.. Avuçlarımı mı ovuşturacağım?
Asla. Galatasaray’la hiçbir alıp veremediğim olamaz, Mustafa Denizli’yi ise gerçekten severim.
Yani bir bakıma kaybettim.
Tutan tahminlerime mi yanayım, tahminlerim tuttu diye mutlu mu olayım kararsızım.
***
Galatasaray-Trabzonspor hakemi Deniz Ateş Bitnel, nasıl oldu da yemyeşil çimenleri “Arap Baharı sonrası Orta Doğu’ya çevirip” haklı haksız herkesin tutuşacağı bir ateş yaktı ve “kazananı olamayacak” sadece yıkım vaat eden bir savaş icat etti?
Yetmedi, futbol üzerinden bizi Dünya’ya rezil etti?.. Karizmayı çizdirdi?
Bitnel’in “motivasyonunu” müdürümüz Tayfun Bayındır tek cümlede özetlemiş eleştiri yazısında:
“Cin olmadan adam çarpmaya çalışmak”!..
İşini kaliteli yapmaya uğraşıp uzun vadede benzerlerinden öne çıkmak yerine, bir maça “ön planda olmak” için ısmarlama giden her hakemi bekleyen acı son budur işte.
Şimdi Arap Baharı sonrası Orta Doğu gibi, “dış güçlerin” etkilerini, para ve çıkar ilişkilerini, psikolojik vaziyetleri, hileyi hurdayı ara dur işin yoksa...
Olay o kadar saçma ki, meseleyi “Singapur’daki bahis mafyasına kadar genişleten” beyinlere “hayal kurmayın” diyemiyor insan.