Her gün yuvasının önünde çilingir sofrası kurup demlenen porsuk, boşboğazlığıyla orman sakinlerinin stres topu gibiymiş!..
Gelen geçen “afiyet olsun” deyip hemen konuya girermiş:
“Yarasın delikanlıya... Peki kafayı bulunca ne olacak”?
Çakırkeyif porsuk mangalda kül bırakmaz, ziyaretçileri neşelendirirmiş:
“Gidip aslanı pataklayacağım”!
Bir, iki derken aslanın kulağına gelmiş. Porsuğun karşısına dikilmiş ormanlar kralı. Kükremiş:
“Ne yapıyorsun”.
Pereira’dan Beşiktaş’a kremalı pasta... Hem de ev yapımı.
Portekizli “usta” evde düşünüp taşınıp müthiş “lezzetler” icat ederek Fenerbahçe’yi gol atamaz, tempo yapamaz hale getirdi ve Kadıköy’de servisini yaptı işte.
Buyur buradan ye!..
Evet... Fenerbahçe’nin alamadığı ve belki de şampiyonluğa mal olacak 2 puanın faili en başta Portekizli hocadır.
Bir kere maçın koskoca 45 dakikası “sağlamcılığa” kurban gitti!.. Fenerbahçe, Osmanlıspor’un hızlı kontrataklarından sakınacak bir kurguyu tercih etmiş, rakibe alan bırakmamak adına kreatif oyuncularını hamle adamı olarak saklamış halde çıktı sahaya. Örnek olarak Diego’nun yerine Ozan vardı. Nani yedekti.
Hadi bu da bir fikir... Gidişata bakıp niye 45’de almıyorsun Nani’yi, sonunda alacaksan?
Duran toplar bir kenara, Van Persie ve Volkan dışında gol beklenecek kimse yoktu Fenerbahçe’nin ilk onbirinde. Osmanlıspor’un hangi maçını seyretmişse, fena halde endişelenmiş olmalı Pereira.
Bıktık şu Volkan Demirel olayından!.. Gına geldi... Her gün “ölümcül” sorunlarla uyanan, günü şehit cenazeleri canlı yayınlarıyla geçiren, gece yorganı endişeyle çeken, sokaktan/stattan korkacak hale gelmiş bir ülkede Volkan’ın meseleyi şehvetle kaşımasına yazıklar olsun bir kere... Kimin umurunda kalede hangi Volkan’ın olduğu?
Hiçbirisi akrabamız değil ki... Volkan veya İbraham; uyduruk gol yiyor mu, yemiyor mu ona bakarız biz.
Soyadı Babacan olan Volkan pekala işini yapıyorsa, ne bizimle ne de takımla arasında güven sorunu yoksa, görev yerini terk etmiş Demirel için ne konuşuyoruz devamlı?
Hadi biz konuşuruz... O nasıl konuşuyor asıl?
Hani milli forma kutsal bir vatan göreviydi? Kardeşim, sen küfür yedin diye milli görevini bırakırken kurşun yedikleri halde görevini aksatmayan vatan evlatlarına ne diyeceğiz sonra? Yarasını sardırıp askerlerinin başına koşan ve şehit olan yüzbaşı Halil Özdemir hakkını helal eder mi mesela?
Milli takıma davet alabilmesi için okkalı bir özür gerekirmiş... Cevaba bakın; kimse Volkan Demirel’den özür beklememeliymiş.
Boş verin bu işleri.
Aslı biraz daha amiyenedir başlıktaki halk deyişinin ama hepsi aynı anlama gelir... Ha hapşırma ha gaz çıkarma!.. Lider bir adım yanlış giderse arkasındakileri tutana aşk olsun kısaca!
Futbolumuzdaki liderlerimiz ise başkanlarımız tabi. Büyüklerinki daha büyük!.. Çünkü cemaat büyüdükçe imamın falsosunu katlayacak olanlar katlanır, hesabın karesi/küpü alınır.
Şu sıralar hepsi ülkeyle birlikte teyakkuz durumunda. Lakin alışkanlığın gözü kör olsun. Tutamıyorlar kendilerini. İşte Fikret Orman ve Dursun Özbek’in son incileri:
ZAFER SARHOŞU FİKRET ORMAN
En zor zamanda tamamladığı en güzel stat ile “Çılgın Türkler” kategorisine giren Beşiktaş Başkanı Fikret Orman en kötü koşullarda bozmadığı üslubunu şu sıralar sonuna kadar zorluyorsa, olsa olsa zafer sarhoşluğundandır!
Takım lider... Stat bitti... Beşiktaş penceresinden dünyanın en güzel manzarası seyredilirken, nereden çıkar stadının yapılmasını baltalamaya kalkanlar falan.
Varsa bile, bırak kendi kendilerine utansınlar.
6-12 Nisan tarihleri arasından İstanbul’da yapılması planlanan masa tenisi Rio Olimpiyatları Avrupa Kıta Elemeleri ‘terör’ nedeniyle Türkiye’den alındı, Federasyon Başkanı Oktay Çimen “üzgünüz” dedi!..
Biz daha çok üzgünüz…
Değerli vatandaşlarımızın ezici çoğunluğu “futbolun yanında masa tenisinin lafı edilmez” fikrine sahip olmasaydı ve herhangi bir spor organizasyonunun terör gerekçesiyle ülkemizden alınması “ne anlama gelir” kavrayıp olası sonuçlarını değerlendirebilselerdi, üzülmekle kalmaz kahrolurlardı. Bu işler Anayasa’nın bir kere delinmesi gibidir. Rahmetli Özal’ın “bir kere delinmekle bir şey olmaz” dediği gibi değildir, kısa sürede dikiş tutmayacak hale gelir.
İçtihat olur...
Deplasmana gelmek istemeyen her branşta her rakip Masa Tenisi Rio Olimpiyatı Avrupa Kıta Elemeleri’ni örnek göstererek kaçar, Türkiye’nin bir terör ülkesi olarak adı çıkar.
Sanki terör küresel değilmiş gibi, sanki yeryüzünde yüzde yüz güvenli bir şehir/ülke varmış gibi ihale bize kalır... Sittin sene temizlenmez o imaj.
Belçika’ya mı alacaklardı?
Nitekim hemen arkasından Altınordu tarafından 12 yaş takımlarına yönelik uluslararası U 12 İzmir Cup ertelendi. Gerekçe Brüksel’de yaşanan terör hüznü
Braga-Fenerbahçe maçının Hırvat hakemi Bebek’e saydırmakla, bahis mafyasından kuşkulanmakla, işe Türk takımlarına karşı bir komplonun parçası olarak bakmakla bitmiyor mesele... Asıl hadise, dünyanın gözü önünde bir hakemin maçı istediği tarafa verip işin içinden sıyrılabilmesi ve bu durumda mağdur tarafın hak iddia edememesi.
Yani sistemde hukuken bir adalet mekanizması olmaması. Çünkü hukuk mağdurun cezalandırılmaması için var!
Oysa futbolun kurallarına göre Bebek’in belirlediği skor futbolun arşivine yazılır, Fenerbahçe de avucunu yalar.
Hani insan hakları?.. Nerede Adalet?
Sorumu size değil... Anayasa Mahkemesi üyesi ve geçen yıla kadar İkinci Başkanı sayın Serruh Kaleli’ye yönelttim... Ben adalet ve hakkaniyet konusunda daha yüksek bir merci tanımıyorum çünkü.
Sayın Kaleli’ye göre, Fenerbahçe’nin uğradığı “hakem felaketi” aslında evrensel futbolda (kötü değil kasıtlı) hakemlerin “yarı tanrı” cübbesini yırtıp atmak için bulunmaz bir fırsat.
Anayasa Mahkemesi’nden yükselen ses “Madem ki, kasıtlı bir hakem yönetimi sonucu kayıplara uğrayan taraf var... Burada hakemi cezalandırmak yetmez; mağdur olan tarafın kayıplarını telafi etmek icap eder hukuken” dedi.
Yani, Bosman Kuralları’ndan son
Bırak aga bırak!.. Portekiz’e kazanmaya gitmişin de, baskı altında oynamayı severmişsin de...
Sen önce savunmana bak! Sonra takım disiplinine.
Ve hakeme...
Türkiye’de “büyük takım” kontenjanından hakem hatası varsa senin lehine.
Savunman burada yavaş rakiplere karşı ideal ölçülerde.
Kazanırken disiplin de pek bozulmuyor.
Ama hikaye Portekiz’de geçiyorsa işte böyle dramatik bir boyut kazanıyor.
Genç kadın, “eyvah” dedi içinden... “Yağmur çiseleyecek”. Elbette şeker değildi eriyecek!.. Ama yüreği sıkışmıştı.
Çünkü saçlarını daha dün akşam yaptırmış, gece dikkatle yatmıştı ki, arkadaşlarıyla buluşmasında şekli bozulmasın. Kocası bayılıyordu bu modele. Kuaföre epeyi de para vermişti. Mümkün mertebe korumak en azından yarın işe gittiğinde bakımlı olmak istiyordu.
Yirmi gün sonra evlilik yıl dönümlerinde aynı lüksü tekrarlamaya kesin olarak o anda karar verdi.
Genç kadın keyifli bir şeyler düşünmek istedi ve geçirdiği öğleden sonrasına odaklandı... Cafe’deki nostalji toplantısında çok eğlenmişlerdi üniversiteden arkadaşlarıyla. Artık evli olanlar bekarların sayısını aşmıştı. Aralarında ilk evlenen olarak dostlarının yolundan gelmesi hoşuna gidiyordu.
Biraz egoistçeydi ama formunu koruyanların başında geldiği için kendisiyle gurur duymuştu. Üç ay sonra yine toplanacaklardı. Beli biraz kalınlaşmıştı galiba... Belki de artık yürüyerek gitmeliydi eve.
Ama bugün değildi... Hem yağmur çiseleyebilirdi hem de her şeyi bir an önce eşine anlatmak, tekrar yaşamak, gülmek eğlenmek ufak çaplı dedikodulara girmek için içi içine sığmıyordu.
Pazar günü de olsa trafiğe kalmıştı...