Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a, dün yaptığı basın toplantısında sordular:
“Beş puan önde olsanız yine bu basın toplantısını yapar mıydınız”?..
“Yapardım” diye yanıtladı Aziz Bey…
“Ercan Güven yazdığı için yapardım”!
Hayır; koltuklarım falan kabarmadı… Sadece espri bu…
Aziz Yıldırım’a yazı yoluyla ancak tek şekilde basın toplantısı yaptırabilirsiniz; o da çileden çıkartarak!
Oysa, kendisiyle aylardır tek kelime konuşmadığım halde benim yazım, onun basın toplantısında özellikle terör konusunda- söyledikleri ile bire bir örtüşüyordu…
Maça girmeden durum tespiti yapalım:
Fenerbahçe Süper Lig’in en adil, en hassas “yeterlik testi” haline geldi bu sezon!..
Adı büyük, geçmesi kolay bir test...
Sorular değişir gibi formalar değişse de cevap anahtarı hep aynı.
Şaşırtmıyor, üzmüyor, bunaltmıyor sınava girenleri.
İsteyen buna “Pereira kriterleri” de diyebilir.
Adam, Nani gibi, Van Persie gibi dev evrensel konulardan, Gökhan, Topal, Ozan, Volkan gibi derin ulusal mevzulardan bile kolaylıkla yanıtlanacak sorular çıkardı, tüm takımların hizmetine sundu!
Mehmet Topal, Osmanlıspor maçından sonra çimlerin üzerine çöktü ve gözlerinden iki damla yaş süzüldü.
Caner Erkin, Galatasaray derbisi gibi önemli bir maçın toplantısında zıvanadan çıktı, hocanın üzerine yürüdü.
Gökhan Gönül alarma bastı… Kaçan golleri “beceriksizlik” olarak niteledi ve “şampiyon olamazsak en ağır faturayı bizler öderiz” dedi…
Oysa iki hafta öncesine kadar “ayakları var dilleri yoktu” bu adamların.
Her jestini, her cümlesini özenle seçen Fenerbahçeli profesyonellere adeta “travma sonrası stres bozukluğu” yaşatan ne ola ki?
Sadece şampiyonluk ihtimalinin bire on vermesi mi?
Hiç sanmam…
Artistik buz pateni yarışması değil ki bu, jüri senin hareketlerini/pozisyonlarını değerlendirsin, beğenip şampiyon ilan etsin… Puan da şampiyonluk da golle kazanılıyor futbolda. Topu üç direk arasından yuvarlayamıyorsan, hiçbir değeri yok kale önüne gelene kadar yaptıklarının.
Göz okşar o kadar… İş kayıpların muhasebesine geldiğinde okşanmış gözlerin bile nefretle bakması kaderin olur.
Fenerbahçe’nin en büyük derdi topu fileye değdirememekti sezon boyunca. Hatta o kadar ileri gitti ki, belki ancak on sene sonra aynı çöküş içinde yakalayacağı ezeli rakibi Galatasaray’a en az dört gol atması gerekirken şampiyonluğu bile Arena’da bırakıp gitti.
Doğal olarak santrforlar sorgulanıyor şimdi. Ama ne sorgulama!..
Van Persie yaşlandı mı?
Fernandao şişmanladı mı?
Bir adım sonrası “Van Persie ile Fernandao’ya büyü yapıldı” seviyesine inmesidir olağandışı duruma olağandışı nedenler aramanın.
Kim demiş derbilerin favorisi yoktur diye?.. Deplasmanda bal gibi favoriydi Fenerbahçe.
Ligde puanlar üçte iki oranında, tüm istatistiklerde Fenerbahçe uzak ara, Galatasaray formsuz kayıtsız futbolcularıyla adı konmamış çöküş döneminde. Bir sezonda beş hoca...
Bir tek şeyle direniyordu rakibine Galatasaray; o da ezeli rekabet motivasyonu.
Riekerink’in de söylediği gibi motivasyon için özel bir çabaya gerek yoktu zaten... Büyük takımların genlerinde vardı.
Tabi aynısına Fenerbahçe de sahipti.
Lakin hepsi birden değil! Bazı futbolcular ve hoca hariç.
Maçtan önce Fenerbahçe “Caner kazasına” uğramıştı. Haklı olsa bile ilk on bire giremedi diye maraza çıkaran Caner’in neredeyse kulüpten gönderilmesine varacak olayların Fenerbahçe takımını etkilemediğini söylemesin hiç kimse.
Nasıl gitti Konya’ya Fenerbahçe?.. Debdebe, ihtişam, ala-i vala ile…Yavuz Sultan Selim doğu seferine çıkıyor sanki!
Oysa çok riskliydi. Zafer garanti değildi. Bu yılın en formda takımıydı Konyaspor.
Demek ki, amaç “saltanatı” göze sokarak biraz daha motivasyon sağlamaktı.
“Büyük” olduğuna önce kendi adamlarını inandırarak…
Nasıl kaybetti maçı Fenerbahçe?..
Volkan dışında herkesin “yarım porsiyon” oynadığını, teknik direktör Pereira’nın “akut” ve “kronik” saçmalıklarını bir tarafa koyun; “şaibeli” ilk golle geri düşüp toparlamakta zorlanarak değil mi?
Peki… O başkan olduğunda emekleyen bebelerin askere gittiği Türkiye’de Aziz Yıldırım’ın böyle durumlardaki tepkisini bilmeyen var mı?
Sezon biter bu Konya da Avrupa’ya gider, bu Pereira da... Biri bileğinin hakkıyla, diğeri hava alanından bavullarıyla tek başına...
Fenerbahçe ne olur bilinmez! Onu Beşiktaş’a sormak lazım.
Açık konuşalım; Fenerbahçe’ye kenarda lider lazım.
Maça gelince; her iki takım da aynada kendisini seyreder gibiydi aslında. Savunma, orta saha, forvet hep aynı temada... Kanatları çalıştırma yöntemi bile kopya. Benzer oyun kurgularına sahip Konyaspor ile Fenerbahçe arasındaki skoru belirleyecek olan neydi peki?.. Fenerbahçe’nin lig sıralamasında on puan önde olmasını sağlayan bireysel kalite farkı mı?
O kalite farkı sadece Fenerbahçe’nin 1-0 mağlup başladığı maçı ilk yarı bitmeden dengelemesine yetti, kazanmasına değil.
Kazanan nefesli ve disiplinli olandı.
Örnek mi?.. Fernandao ile Rangelov’un farkına bakın! Hangisi kaliteli hangisi yararlı?
Abdurrahman Yağan, defalarca milli forma giydiği boksörlük günlerini acı tatlı anılarıyla bir kez daha gözünde canlandırınca kesin kararını verdi ve yedi yaşındaki sevimli oğlunun elinden tutup Kayseri’deki havuzun yolunu tuttu…
Oğlunun genlerini değerlendirmesini, kendisi gibi sporcu olmasını istiyordu. Ama bir tek yumruk bile yediğini görse baba kalbi asla dayanamazdı.
Karar vermişti; onu yüzücü yapacaktı.
Küçük Bora disiplinliydi, dikkatliydi, hırslıydı. Sporcunun olmazsa olmazlarının tümüne sahipti. Lakin, yüzmeye ısınamıyordu. Hem, Kayseri’den uluslararası yüzücü çıkma ihtimali neydi?.. Babası gibi olamayacaktı; belliydi…
Küçük yüzücü hedefsizliğin büyük tuzağında, adet yerini bulsun diye spor yapıyordu sanki.
Üç yıl böyle geçti. Ve Bora’nın havuzla yıldızı barışmadı.
Ta ki, 12 yaşında Corrado Rosso hocası oluncaya kadar.